- 4.04.2015 00:00
Hâlâ aynı kanıdayım. AKP iktidarının, 2002’den 2011’e uzanan kabaca ilk iki döneminde uyguladığı gerek iç, gerekse dış politika Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygundu.
İç politikada özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirme yönünde ilerlenirken, dış politikada “komşularla sıfır problem” şiarında ifadesini bulan yaklaşım çok başarılı sonuçlar veriyordu. Mimarlığını dönemin önce dışişleri danışmanı, sonra bakanı olan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı dış politikanın dayandığı temel ilkeler, özetle, şunlardı:
Komşularla sorunlar diyalog, müzakere ve uzlaşmayla çözülecektir. Hepsiyle ekonomik karşılıklı bağımlılık ilerletilecek, böylelikle barışçı ilişkiler güven altına alınacaktır. Ankara barış ve istikrar için bölgedeki tüm sorunların diplomasiyle çözümüne destek verecektir. Bu politika AB’ye katılım perspektifiyle çelişmez, aksine, komşularla barışçı ilişkiler, bölgeyle siyasi ve iktisadi ilişkilerin gelişmesi, gerek büyümesine, gerekse güvenliğine katkı yaparak Türkiye’nin giderek AB ile bütünleşmesine yardımcı olacaktır.
Bu yaklaşımla hemen bütün komşularla ilişkilerde beklenmedik ölçülerde iyileşme sağlandı. Suriye ile ve Irak Kürtleriyle hasmane ilişkiler tersine döndü. Yunanistan’la ikili sorunlar çözülemediyse de, savaş düşünülemez hale geldi. Kofi Annan planına destek verilerek Kıbrıs’ta çözüm yanında Ermenistan ile normalleşme yönünde birçok adım atıldı. Ankara, Filistin – İsrail, Suriye – İsrail arasında barış için büyük çaba harcadı. Bu politika son derece başarılı oldu ve Türkiye’nin dünyadaki saygınlığına büyük katkı yaptı. AB ile katılım müzakerelerine başlayan Türkiye, bütün İslam ülkelerine model gösterilir oldu.
Evet “sıfır problem” bölgede Arap Baharı gibi büyük bir altüst oluş yaşanabileceğini, yerleşik otokratik rejimlerin devrilebileceğini öngörmüyordu. Dolayısıyla bölgede ortaya çıkan yeni koşullara uydurulması gerekecekti. Ne yazık ki öyle yapılmadı. 2011 genel seçimleri, kabaca, AKP iktidarının gerek içte, gerekse dışta yön değiştirdiği dönüm noktası oldu. O tarihten sonra içte giderek keyfîleşen ve otoriterleşen bir idareye yönelindi, dışta “sıfır problem” politikası hemen tamamen terk edildi. Bunun yerine, otokratik rejimlerin yerini Müslüman Kardeşler’in öncülük ettiği yeni rejimlerin alacağı ve Ankara’nın da bu yeni rejimlerle iyi ilişkiler üzerinden bölge üzerindeki nüfuzunu yayacağı, Sünni İslam dünyasının lideri haline geleceği varsayımına dayalı bir politika benimsendi.
2015 genel seçimlerine gitmekte olduğumuz bugünlerde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönetimi altında Türkiye’nin geldiği nokta şu: Demokrasi ve hukuk devletinden giderek uzaklaşıldı, artan kutuplaşma istikrarı tehdit ediyor. Dış ilişkiler her yönde kötülemiş ve problemli durumda. Bölgeyle başlarsak Suriye, Mısır ve Libya ile ilişkiler tamamen koptu, Tunus bile geçen gün Ankara’yı “teröre destek” vermekle suçladı. İsrail ile sadece ticarî ilişki var.
Irak Kürtleri, Hamas ve Katar dışında iyi ilişkilerden söz edilebilecek bir taraf kalmadı. Erdoğan, (nedendir anlaşılmaz) Yemen’de, karşısına aldığı General Sisi ile birlikte, Suudi Arabistan’ın kuyruğuna takıldı; Tahran’ı tedirgin etti. Şimdi büyük olasılık olarak görünen nükleer anlaşma halinde, İran’ın bölgedeki nüfuzu artacak. (Belki bundan Suriye’deki rejim yararlanacak.) Kıbrıs’ta çözümden, Ermenistan’la normalleşmeden çok uzaklaştık. ABD ile son derece soğuk bir hal alan ilişkiler AB ile kopma noktasında. Ankara’nın dünyada bu ölçüde yalnızlaştığı bir dönem görülmedi demek abartma olmaz.
Yeniden demokratikleşmeye ve “sıfır problem” temelli bir dış politikaya odaklanmayan Türkiye’yi çok sıkıntılı günler bekliyor.
Yorum Yap