- 23.10.2014 00:00
Türkiye’nin bütünlüğü nasıl korunur? Bu konuda başlıca üç öneri var. İslamcılara göre, Türklerle Kürtlerin din ortaklığı vurgulanarak. (Yükselen milliyetçilikler, en son Milli Görüş’ün sarıldığı bu formülün miadını çoktan doldurdu.)
Kemalistlere ya da Türk milliyetçilerine göre, Kürtleri asimile edip, itiraz edenleri zor, yasak ve şiddetle susturarak. (Bu formül Cumhuriyet’in ilanından itibaren, 1990’larda alevlenerek denendi ve olmayacağı görüldü.) Liberallere, yani özgürlük yanlılarına göre ise, Türkiye ancak kendini bir yurttaşlar devleti olarak yeniden tanımlayarak, sadece kendi Kürtleriyle değil bütün Kürtlerle barış ve dostluk kurarak bütünlüğünü koruyabilir. Bir de, tabii, hakkındaki ağır yolsuzluk iddialarını örtbas için gözü seçim kazanmaktan başka hiçbir şey görmeyen, başında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın olduğu yönetimin büyük bir kafa karışıklığıyla sürdürdüğü “çözüm süreci” var.
Erdoğan, “Bizim için IŞİD neyse, PKK da odur…” dedi. “Kobani düştü, düşecek…” dedi. Türkiye Kürtlerinin soydaşları, akrabaları olan Kobani Kürtlerinin karşı karşıya kaldığı katliam tehdidi karşısında, Kobani’yi terk etmek isteyenlere sınırı açmakla yetindi. IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonda yer almak için, Suriye’de uçuşa yasak bölge, güvenli bölge tesisi ve esas hedefin Esad rejimi olması şartları koşuldu. Aksi takdirde uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı İncirlik üssünden yararlanamayacağı söylendi.
Ankara’nın bu tavrının yol açtığı infial Türkiye’yi karıştırdı; gösterilerde 36 yurttaş öldü; karanlık cinayetler işlenmeye başladı… Erdoğan hükümeti olayları yatıştırması için alelacele (IŞİD’le aynı şey olarak gördüğü) PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’a başvurdu. TSK’ya ait savaş uçakları Dağlıca karakolunu saldıran PKK grubuna ait mevzileri bombaladı. 1990’lara geri mi dönüyoruz, sorulmaya başladı.
Başbakan Davutoğlu, “Kobani’yi Suruç’tan ayırmak mümkün değil” derken Erdoğan, “Neden illaki Kobani?!” diye sordu. “PYD bizim için PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür…” dedi ve Kobani’de savaşan PYD’ye silah yardımı için koridor açılması talebine evet demenin mümkün olmadığını söyledi. Ama bu lafların mürekkebi dahi kurumadan, Obama’nın ısrarı üzerine Irak Kürtlerinin ağır silahlar ve peşmergelerle Türkiye üzerinden Kobani’nin yardımına gitmesi için koridor açıldı.
Bütün bu yaşananların sonuçları ortada: Düne kadar AKP’yi destekleyenlerin birçoğu dahil, Türkiye Kürtlerinin kalbi kırıldı. Barış sürecinin başarısı için hayati önem taşıyan duygusal bağlar büyük zarar gördü. Çözüm sürecinin muhatabı olan Abdullah Öcalan’ın Kandil üzerinde etkisi sorgulanır hale geldi. Uluslararası kamuoyunda “Ankara IŞİD’e karşı mücadele etmek istemiyor mu?” sorusu sorulmaya başladı. Ankara’nın bölerek yönetmek istediği Kürtler birbirlerine yakınlaştı. Kürtlerin hamisi görünümünü IŞİD mevzilerini bombalayan, Kobani’ye havadan silah yardımı indiren ABD, peşmergeyi silahlandıran ve eğiten Britanya ve Almanya kazandı. (Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın ifadesiyle durum: “Kürtler ‘Biji Obama’ demesin de ne desin?” oldu.) Türkiye ile NATO müttefikleri arasındaki bakış açısı makası açıldı. ABD açıkça “PYD bizim için, PKK ile aynı şey değildir…” dedi ve PYD ile yaptığı temasları gizlemek gereği duymadı.
Muhalif olan hemen herkesi “düşman” ilan ederek rejimi hızla bir polis devletine doğru götüren AKP iktidarı, ülkenin bütün fay hatlarını çatırdatıyor. Çok farklı kimlikleri barındıran Türkiye’nin huzuru, istikrarı, bütünlüğü ancak özgürlükle, demokrasiyle, insan hakları güven altına alınarak korunabilir. Gidilen yol, bunun tam tersi. Hâlâ göremeyenlere şaşıyorum.
Yorum Yap