- 14.10.2014 00:00
Başkanlık iddiasındaki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, hükümetin Kobani’nin IŞİD tarafından kuşatılmasına kayıtsız kalmasını protesto eylemleri ve sonucunda ölen 40’a yakın yurttaşın sorumluluğunu PKK ve HDP yanında CHP’ye, yerli ve yabancı medyaya, Suriye’deki Beşar Esed rejimine ve, tabii ki, “paralel devlet”e yüklemiş. Hepsini birden “hain, alçak, nankör” ilan etmiş. Neler dememiş ki:
“Bu olayların arkasında sadece PKK yok… PKK gölgesinde siyaset yapan parti yok. Suriye’nin eli kanlı zalim Esed rejimi de var… Esed rejimiyle kol kola olan, el ele olan Türkiye’deki malum siyasî parti de var. Günlerdir terör örgütüyle aynı çizgide yayın yapan, methiyeler düzen sorumsuz bazı medya kuruluşları, bazı kalemler de bunun içinde. Bu olayların arkasında malum uluslar arası medya kuruluşları var…” dedikten sonra lafı kaçınılmaza getirmiş:
“Türkiye aleyhine her türlü ihanet fırsatını çevirmeye çalışan o Pensilvanya da var, dikkat edin… Artık bu paralel yapı… Bunun uzantıları bundan sonra inşallah çok farklı bir yere oturtulacak. Ve bu da inşallah hemen bu ay sonundaki Milli Güvenlik Kurulu’muzun gündeminde yer almak suretiyle, onlarla ilgili çok farklı adımı atacağız. Bu operasyon lokal değil, geneldir…” Erdoğan’ın bu sözlerinin çok açık ve net olarak gösterdiği şey, eski Türkiye’de geçerli olan, bütün sorunlarımızın kendi yanlışlarımızdan değil, iç ve dış düşmanlardan kaynaklandığı anlayışının aynen geri gelmesi. Hatırlayacaksınız, AKP iktidarı öncesindeki askerî vesayet döneminin sivil ve asker yöneticileri başımıza gelen bütün belaların içeriden ve dışarıdan Türkiye’nin altını oymak isteyenlerin tezgahları, komploları, kumpasları olduğuna kendilerini de inandırarak gözlerini gerçeklere yumma, devekuşu politikası uygularlardı. Evet, işte Erdoğan’ın Yeni Türkiye’si, eski Türkiye’ye bir dönüş daha yaptı.
28 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı olarak yemin etmesinden sonra Erdoğan’ın hızla gönlündeki Türk usulü başkanlık sistemini fiilen tesis etmekte olduğuna tanık oluyoruz. Geride kalan altı hafta içindeki, mevcut Anayasa’nın kendisine yüklediği tarafsızlık rolünü hiçe sayan eylem ve söylemleri, başbakanlığı dönemindeki toplumu kutuplaştırıcı tavır ve davranışları sürdürmesi bunu açıkça gösteriyor. Başka herhangi bir nedenle değil, “paralel devlet”e karşı kararlı duruşu nedeniyle başbakanlığa getirilen eski Dışişleri Bakanı da Erdoğan’ın Medvedev’i rolüne hemen ısınmış görünüyor.
AKP iktidarı, tıpkı askerî vesayet döneminde olduğu gibi patronaj, yani “al ihaleyi, ver desteği” ilişkileri içinde olduğu medya patronları aracılığıyla medyanın bir bölümünü tam yedeğine aldı. “Havuz” o tasarımın uygulamaya konulmasıydı. Şimdi de, yine tıpkı askerî vesayet döneminde olduğu gibi, HSYK’yı yedeğine almayı başardı. Ardından Türkiye’de sivil toplumun, şiddete ve hukuksuzluğa karşı demokrasinin en önemli kalelerinden biri olan Hizmet Hareketi’ni “terör örgütü” ilan ettirecekmiş…
Evet, halkoyuyla Cumhurbaşkanlığına seçilen Erdoğan’ın, Anayasa’yı hiçe sayarak başbakan gibi davranmayı sürdürmesiyle fiilen Türk usulü başkanlık sistemine geçtik. Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi çorabını başımıza, 27 Nisan 2007 e-muhtırasıyla askerî vesayetçiler ördüler. Bunun parlamenter sistemin sonu olacağına, Türk siyasetine kutuplaşma getireceğine dair uyarılar ne yazık ki hiç dikkate alınmadı. Erdoğan’ın bundan sonraki hedefinin, önümüzdeki seçimlerde AKP ve destekçilerinin TBMM’de en az 330 sandalye kazanmalarını temin ederek Türk usulü başkanlık sistemini anayasayla tahkim etmek olacağına en küçük bir kuşku yok. Her şey buna göre tasarlanacak. Başarırsa, demokrasi tam anlamıyla seçimden ibaret kalacak. Bakalım, o seçime kadar millet uyanma, eski Türkiye’ye dönüldüğünün farkına varma fırsatı bulacak mı?
Yorum Yap