- 24.07.2014 00:00
17–25 Aralık 2013’te kamuoyuna intikal eden, Başbakan Erdoğan’ın hükümet ve aile üyeleriyle de ilgili iddiaları içeren, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını örtbas etmek üzere AKP iktidarı tarafından yapılan yasal düzenlemelerle Türkiye hızla başında Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu bir “muhaberat devleti” olmak yolunda hızla ilerliyor.
17–25 Aralık soruşturmasından bu yana yapılan yasal düzenlemeler (adli kolluk yönetmeliği; HSYK, internet ve MİT yasaları; özel olarak atanan sulh ceza hâkimlikleri), yargıda ve emniyet teşkilatında uygulanan geniş kapsamlı görevden alma ve atamalar, bu teşhisi adım adım doğruluyordu. Başbakan Erdoğan’ın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ile ilgili olarak, “Böyle bir TİB olmaz. Zaten MİT bu işi yapıyor. Benim kanaatim, TİB’i kurumsal olarak MİT’e devretmek yönünde…” şeklindeki konuşması da bir sonraki yasal adımın ne olacağına işaret ediyordu.
Başbakan Erdoğan’ın büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının kendisine karşı “ABD ve İsrail tarafından tezgâhlanıp Pensilvanya örgütü – paralel devlet tarafından uygulanan darbe girişimi” olduğu iddiasıyla başlattığı girişimin hedefinin sadece soruşturmayı bastırmakla sınırlı olmadığı, amacın bu bahaneyle bütün devleti ve toplumu denetimi altına almak olduğu artık iyice görülüyor. 22 Temmuz sabahı rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını yapan emniyet mensuplarına yönelik kelepçeli gözaltılar ise muhaberat devletinin uygulama alanındaki yeni adımı. Muhaberat devletinin mimarı, “Bir proje geliştiriyoruz. O bitince süreç hızlanacak. Binlerce dava açacağız...” demişti. 22 Temmuz günü “Operasyon başka alanlara sıçrayabilir mi?” şeklindeki bir soruya cevaben, “Tabii, tabii...” diyerek ‘süreci’ bizzat yürüttüğünü ifade etmekte sakınca görmedi.
Önümüzdeki dönemde sık kullanacağımız anlaşılan ‘muhaberat devleti’ kavramı şöyle tanımlanabilir: Devletin istihbarat örgütünün (silahlı kuvvetler de dahil) bütün toplumsal kurumlara nüfuz edip onları denetim altına aldığı; kimseye hesap vermek zorunda olmadığı; çok geniş polis yetkilerini elinde topladığı; hükümetten ayırmanın imkânsız hale geldiği rejim türü. Kavram Suriye’deki Esad diktatörlüğü dolayısıyla dilimize girdi, ama söz konusu rejimin, değişen türleriyle, totaliter Sovyetler Birliği’nden otoriter Rusya Federasyonu’na kadar uzanan çeşitli örnekleri sayılabilir. Tanımdan ve örneklerden kalkarak, Türkiye’de muhaberat devletinin inşasında yolun sonuna henüz gelinmediği söylenebilir.
Cumhurbaşkanı adayı olan Başbakan, muhaberat devletine gidişi Batılı müttefikler tarafından tehdit edilen ulusal güvenlikle gerekçelendirmekte. Son olarak Alevi derneklerinin Ankara’daki iftarında yaptığı konuşmada, “Batı dünyasındaki ülkelerin birçoğu bizi birbirimize düşürmek için her şeyi yapıyorlar…” şeklinde konuştu. Nereden kalktık, nereye geldik? En azından 2010 anayasa referandumuna kadar, Türkiye’nin AKP iktidarı altında, AB’ye katılım sürecinde yapılan reformlarla demokrasiyi yerleştirme yolunda ilerlediğine inandık. Şimdi aynı iktidar altında, askeri vesayet döneminde sık kullanılan “iç ve dış düşmanlar” edebiyatıyla, Batılı müttefikleri düşman ilan ederek muhaberat devletine doğru ilerleyişe tanık oluyoruz.
Bu gidişe dur diyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Evet, orduya dayalı otoriterliğe karşı mücadelede zengin tecrübeler edindik, ama seçimle gelen otoriterliğe karşı birikimimiz zayıf. Önümüzdeki dönemde özgürlüğe inanan demokratlar olarak bu yeteneği geliştirmek zorundayız. İlk adım Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek için elimizden geleni yapmak.
Yorum Yap