- 7.06.2014 00:00
Başbakan Erdoğan’ın rol modelinin Rusya Başkanı Vladimir Putin olduğunu sanıyorum ilk yazan benim (Zaman, 8 Şubat 2011). O günden bu yana yaşadıklarımız bunu doğruluyor. Yakınlarda çıkan bir yazımda da (“Niye hep yarı yolda kalıyoruz?” 31 Mayıs 2014) bir ülkede rejimin niteliğini her şeyden önce kurumlarının belirlediğine değinmiştim.
İsveç’in önde gelen ekonomi üniversitesi (Stockholm School of Economics) profesörlerinden Erik Meyersson’un “Turkey’s institutions problem/Türkiye’nin kurumlar sorunu” başlıklı makalesi (3 Mayıs 2014) tam da bu konuya eğiliyor. Meyersson’un araştırmasına göre sorunun özü şu: Uluslararası mukayeselerde Türkiye’de devletin gücü ortalaması görece yüksek, buna karşılık yurttaş hakları ortalaması görece düşük. World Justice Project/Dünya Adalet Projesi’nin en son hukuk devleti endeksi bunu açıkça gösteriyor. Şöyle ki Türkiye’de güçlü göstergeler düzen ve güvenlik, kural uygulama, hukuk adaleti ve (“sürpriz! sürpriz!”) yolsuzluk azlığı. (Bu sonuncusu herhalde 17–25 Aralık 2013 öncesinde yapılmış bir değerlendirme!) Buna karşılık zayıf göstergeler ise, temel hak ve özgürlükler, iktidarın sınırlandırılması, şeffaf yönetim ve ceza adaleti.
Meyersson’a göre Türkiye’nin sorunu kurumlarının kötülüğü değil, dengenin fazlasıyla yurttaşlar aleyhine, devlet lehine oluşu. Yargı bağımsızlığı alanında 2007 ile 2014 arasında, yani AKP iktidarının ikinci döneminden bu yana Türkiye dünya sıralamasında 85. sıradan 50. sıraya indi. Sınır Tanımayan Gazeteciler’e göre Türkiye basın özgürlüğünde 154. sırada; Irak’ın biraz altında, Belarus’un biraz üstünde. 2006’dan bu yana cezaevlerindekilerin sayısında çarpıcı artış var. Bu sayı 1990’larda 60 bin dolayında iken 2011’de 120 bine yükseldi. (Adalet Bakanı’nın son açıklamasına göre bugün 150 bin dolayında.) Artışta Terörle Mücadele Yasası’ndan tutuklu ya da vardığı sonuca göre, Türkiye’nin kurumsal yapısı en çok Rusya’ya benziyor; en az benzediği ülke de İsveç…
Türkiye–Rusya, Erdoğan–Putin benzerliği konusunda başka bir ilginç analiz, ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Cornell profesörü Barry Strauss’a ait. Makale “Putin ve Erdoğan’ın idare edilen demokrasileri” başlığını taşıyor. (The ‘managed democracies’ of Putin and Erdoğan”, The Hill, 2 Haziran 2014) Strauss’un yorumlarından dikkat çekenleri şunlar: Putin ve Erdoğan her ne kadar seçimle işbaşına gelmişlerse de hızla diktatörlüğe doğru ilerliyorlar. İkisi de toplumlarındaki özgürlüklerin budanması pahasına istikrar ve refah sağlayan güçlü liderlere itibar edilmesinden destek alıyor. İkisinin de ekonomi alanında büyük başarıları var. Putin bunu Rusya’nın petrol ve doğalgazına borçlu, Erdoğan ise Türkiye tarihindeki en büyük imalat, yatırım ve inşaat patlamasına… İkisi de muhaliflerini baskı altında tutuyor, medyayı sıkıca denetliyor, gösterileri sert bir şekilde bastırıyor ve yandaşlarını servete boğuyor. İkisi de yitirilen imparatorlukların hayalini kuruyor.
Strauss’a göre Putin daha ürkütücü olanı, çünkü Rusya dışında da güç gösteriyor. Erdoğan da gücünü Ortadoğu’ya yaymak istedi ama başaramadı. Putin ömür boyu başkan kalma yolunda. Erdoğan da benzer bir ihtirasa sahip. Peki, ikisi de neden iktidara sıkı sıkıya sarılma ihtiyacında? İkisinin de bitirmek istedikleri işler var ve ikisi de şakşakçıları tarafından vazgeçilmez olduklarına inandırılmış durumda. İkisinin de dizginleri kaybettiği anda, düşmanlarının gazabıyla karşılaşma riski var. Bizde kimileri bunu pedalların çevrilmemesi halinde devrilecek bisiklete benzetiyor.
Yorum Yap