Etyen Mahçupyan: Hayır çıkması dünyanın sonu değil

Yazar Etyen Mahçupyan, devlet ve PKKnin Amerika veya Rusya üzerinden olası bir görüşme çağrısında, iki tarafın da masaya daha güçlü oturmak istediğini, bunun da tarafları daha fazla savaşmaya sevk ettiğini söylüyor.

Etyen Mahçupyan: Hayır çıkması dünyanın sonu değil
19.03.2017 - 22:32
1958

 Yeter Polat ypolat@imp-news.com

Yazar Etyen Mahçupyan, devlet ve PKK'nin Amerika veya Rusya üzerinden olası bir görüşme çağrısında, iki tarafın da masaya daha güçlü oturmak istediğini, bunun da tarafları daha fazla savaşmaya sevk ettiğini söylüyor.

  Türkiye’nin Suriye’de öngörülebilir bir istikrar ya da hesaplama görememesi halinde Kürd Meselesi’ndeki tavrını değiştirmeyeceğini bunun PKK için de geçerli olduğunu söyleyen Yazar Etyen Mahçupyan, “İki taraf da herhangi bir dolaylı görüşme, yani Amerika, Rusya üzerinden görüşme anı geldiğinde; hazırlık açısından daha iyi bir noktada olmak istiyor. Bu da onları daha fazla savaşmaya sevk ediyor” diyor.

Başkanlık sisteminin çözümün yolunu açmayacağını belirten Mahçupyan, “Teorik olarak ele alınırsa ben de çözümün yolunu açacağını söyleyebilirim ancak şu anda önümüzdeki taslak bir başkanlık sistemi taslağı değildir. Bu parlamenter sisteme eklemlenmiş bir partili cumhurbaşkanlığı sistemidir" diye konuştu.

 "Hayır" çıkması durumunda AKP’lilerin ve Tayyip Erdoğan’ın memnun kalmayacağını, üzüleceğini ancak AKP’nin tecrübeli bir parti olduğunu, Tayyip Erdoğan’ın da siyasi sezgilerinin kuvvetli olduğunu, hangi tavrın kendi lehine olduğunu da kolayca bulacağını ifade etti. IMPNews’in sorularını yanıtlayan Yazar Etyen Mahçupyan, “Referandumdan “Hayır” çıkması dünyanın sonu değildir” dedi.

-Cumhurbaşkanlığı Sistemi istikrar getirir mi sorusuna son dönemlerde oldukça yer verdiniz köşe yazılarınızda. Hızlı karar alınabilmesi ve istikrar getirecek olması gibi lehteki iki beklentinin pek realist olmadığını örneklerle anlattınız. Bunlar her ne kadar tüm ülke ve tüm halkı ilgilendiren mevzular olsa da daha spesifik olarak, Kürd siyaset sınıfının bir kısmında da ‘Başkanlık sistemi çözümün yolunu açabilir’ inancı var. Ne dersiniz buna?

Şimdi başkanlık sistemi eğer teorik olarak alınırsa ben de bu fikirdeyim yani gerçekten bir başkanlık sistemi olur ise bu başkanlık sistemi her pozisyondaki yetkililerin seçilmesini bir biçimde öne çıkaracaktır. Bu da ne olursa olsun bir yerelleşmenin ve ademi merkezileşmenin önünü açacaktır. Dolayısıyla kendi içinde tutarlı bir başkanlık sisteminden bahsediyorsak o zaman Kürd Meselesi’nin çözümü de daha kolaylaşacaktır. Bugün sorunumuz şu an gelen taslağın bir başkanlık sistemi taslağı olmamasıdır. Bu parlamenter sisteme eklemlenmiş bir partili cumhurbaşkanlığı sistemi.

-Ne sakıncası var bunun…

Böyle olunca hem parti kanatlarından ve tabandan kopuş olmuyor hem de bir yerelleşme olma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Bu durumda buradan Kürd Meselesi’nin çözümüne yönelik bir olumlu beklenti teknik olarak zorlaşıyor ama bir de ideolojik kısmı var. Bu taslağın MHP ile birlikte gelmesi, MHP ile birlikte gelirken şu anki anayasanın değişmeyen maddelerinin korunmasına dair taahhüdün verilmesi, bu vesileyle 12 Eylül Anayasası’nın daha da uzun süre yaşama ihtimalinin ortaya çıkması.. Şimdi bütün bunlar aslında Kürd Meselesi’nin Suriye bağlantılı statüko içinde dondurulmasını ifade ediyor bana. Dolayısıyla da buradan bir çözüm çıkması ihtimalini çok az görüyorum. Hem teknik nedenlerle başkanlık sistemi olmadığı için, hem de ideolojik nedenlerden dolayı; bu taslağın MHP ile beraber bir tür devlet projesi gibi üretilmesi nedeniyle.

-Başkanlık sistemi belirtildiği gibi olgunlaştırılır ve söylediğiniz hususlara da yer verilirse Kürd Meselesi’nin çözümüne hizmet eder mi diyorsunuz…

Evet ama benim şöyle bir tereddüdüm var; bu taslak kabul edilirse başka bir taslağın ihtimali de azalmış oluyor.

-Engelleyici olur mu?

Yani ben pratik olarak bunun engelleyici olduğunu düşünüyorum, çünkü herhangi bir şekilde böyle bir taslağın referandumda geçmesi durumunda çok kısa vadede bir taslak daha üretilmesinin bir anlamı yok. Bununla en az iki sene, üç sene yaşanacak demektir. İki sene, üç sene zaten olay buzdolabına konmuş demektir. Ya da savaş halinin devam edeceğini söylüyor bana bu taslak.

-3 yıl önce başkanlık konuşulmaya başlandığında Cumhurbaşkanı’nın sarf ettiği ‘eyalet’ söylemi vardı. Başkanlık ile eyalet sistemi arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Erdoğan’ın ajandasında Kürd Meselesi’nin böyle bir yöntem ile çözümüne dair bir gelecek kurgusu olabilir mi?

Ben Erdoğan’ın, Ak Parti’nin ya da Türkiye’nin genelinin kafasında Kürd Meselesi’nin birincil önemde olduğunu sanmıyorum. Kürd Meselesi ister istemez araçsallaştırılan bir mesele çünkü. Türkiye’de bir devlet meselemiz var ve devlet meselesi her zaman öne çıkıyor. Devlet meselesinin öne çıkması da; kimin devleti yöneteceği, kimin devlete sahip olacağı sorusuyla beraber geliyor. O zamanda eğer Kürd Meselesi’nin çözümü benim devleti sahiplenmemi sağlıyorsa çözüm taraftarı oluyorum. Eğer Kürd Meselesi’nin çözülmemesi benim devleti sahiplenmemi sağlıyorsa Kürd Meselesi’nin çözülmemesi taraftarı olabiliyorum. Bu bütün partiler için geçerlidir.

-Bu meselenin çözülmesi, iktidar çıkararlıyla mı ilgili daha çok?

Yani eğer çözüm bir grubun bir partinin iktidarına hizmet ediyorsa o parti veya grup çözüm savunucusu haline dönüşüyor Türkiye’de. Şu anda gelinen noktadaki problem böyle bir savunucunun kalmamış olması. Çünkü çözüm, hiç kimsenin iktidarına hizmet etmiyor gözüküyor.

-Buraya nasıl geldik? Yani bu meselenin çözümü konusunda herşeyi yapabileceğini söyleyen cumhurbaşkanı bu noktaya nasıl geldi?

Ak Parti’nin her zaman meşruiyete dair bir arayışı söz konusu oldu ve meşruiyeti nereden sağlayacağını sordu. Çünkü o meşruiyet sayesinde devlete ve Kemalist yapıya karşı kendisini tahkim etmesi gerekiyordu. Şimdi bunu belirli bir dönem Avrupa Birliği reformlarıyla yaptı. Daha sonra Kürd meselesini çözen aktör olarak otaya çıkarak yaptı ve bütün dünya nezdinde de meşru oldu. Ama daha sonra bunun kendi ayakta kalmasını, bizzat kendi bekasını bir şekilde engelleme ihtimali olduğunu düşünmeye başladı ve o noktada da şu soruya geldik: Çözüm Süreci’nin devam etmesi Ak Parti’nin iktidarda kalmasını garantiler mi, yoksa Ak Parti’nin iktidarını bir şekilde sallantıya mı sevkeder? Gülen hareketinin darbe girişimiyle, Batı’nın uzaklaşmasının, Türkiye’yi yalnız bırakmasının, özellikle Ak Parti’yi yalnız bırakmasının ve doğrudan Tayyip Erdoğan düşmanlığının ortaya çıkmasıyla beraber; Erdoğan ve Ak Parti artık dünyanın meşru göreceği bir modelden ziyade kendi bekasını anlamlı bulmaya başladı. Yani meşruiyetten ziyade beka kaygısının öne çıktığı bir döneme girildi ve Ak Parti ve Tayyip Erdoğan için beka bir biçimde devletle anlaşmayı ima etti. Ne var ki bu devlet hala Kemalist devlet... Bu devletin çözüm gibi bir meselesi hala yok aslında…

-İki taraf içinde böyle mi gelişti süreç?

Çözüm Süreci Kürdler için de tarihsel bir fırsattı. Sadece AKP için ya da Türkler için değil. PKK’nın bunu çok doğru kullanmadığını kayda geçmek lazım... PKK da bunu kendi lehine, kendi stratejik ve taktiksel hedefleri bağlamında değerlendirdi. Öyle olunca da çözüm süreci ilerleyemediği ölçüde her iki taraf daha geniş bir bakışla “kendisine baktı” ve çözüm sürecinin önemi azaldı. Azaldıkça da farklı koalisyonlar ortaya çıktı. PKK için Suriye ve Rojava çok daha önemli hala geldi ve oradaki koalisyonları önemsedi. Ak Parti ise Türkiye içindeki koalisyonları, devletle olan ilişkisini önemsedi ve dolayısıyla da mesafe açıldı. Bu da çözüm sürecinin bitmesi, savaşın tekrar başlaması demekti.

-Devletle yakınlaşması ne zaman oldu?

Daha öncekilere değinmemize gerek yok ama sırf 15 Temmuz olayı aslında bir tehdit altında olunduğunu ve mesela çok basit sorarsak bu askerle nasıl devam edilecek sorusunu sordurttu tabi ki siyasetçilere. Çünkü sonuçta Gülen Cemaati’nin yaptığı bir darbeden bahsediyoruz ama askerden de en azından sessiz kalma şeklinde bir davranış kalıbı izledik. O zaman bir yeniden konuşma, bir şekilde anlaşma, yeni bir kontrat gerektiği ortaya çıktı. Şu anda o kontratı görüyoruz. Yani Hulusi Akar ile Tayyip Erdoğan’ın beraber gezilere çıkması, beraber fotoğraf vermesi, her iki tarafın da işine gelen zımni bir sözleşmenin gündemde olduğunu söylüyor. Şunu da ekleyelim, bunda da şaşırtıcı bir şey yok…Çünkü her kurum kendi menfaatleri açısından, kendi siyasi pozisyonunun devamı açısından hayata bakıyor ve hayat onları sıkıştırırsa, daha dar kapsamlı tercihlerde bulunabiliyorlar. Çözüm süreci çok geniş kapsamlı bir dünyanın alternatifiydi, simdi artık o kadar geniş bakmıyoruz dünyaya.

-Sizce de Kürd toplumu ve siyasetçilerinin ‘boykottan’ yana koyduğu tavırda aslında mahcup bir ‘evet’ tavrı mı var? Veya boykotun politik anlamı nedir?

Evet, var. Çünkü sandığa gitmemekle ‘hayır’ arasında kalmış olan kitle esas olarak HDP’nin kitlesi. Dolayısıyla onlar sandığa gitmedikleri zaman ‘evet’ lehine bir etkide bulunmuş olurlar.

- HDP çizgisi dışındakiler…

Dışındakiler için tersi. Onlar da ‘Evet’le boykot arasındalar. Onlar da boykota gittikleri zaman sınırlı da olsa bir ‘hayır’ etkisi üretirler. Bu da kabaca yarı yarıya şu an Kürd dünyasında.

- Boykot meselesinin arka planında ne olabilir?

Ben boykot eğiliminin azalacağını düşünüyorum tarih yaklaştıkça. Bir kere HDP tabanında HDP’nin bir mobilizasyonun olacağını düşünüyorum. Çünkü HDP en azından referandum sonrası ölçümlerde barajı geçtiğini, baraja yakın olduğunu göstermek isteyecektir. Barajın çok altında kalır ise hayırlar belirli bölgelerde, o zaman HDP’nin zayıfladığına dair bir işarettir. Dolayısıyla boykot aslında HDP’nin kendi bindiği dalı kesmesi demek.

-Son tutuklamalarla beraber HDP’nin zayıfladığı ileri sürülüyor…

Evet HDP’nin zayıfladığı düşünülüyor ve bunun böyle olmadığını göstermek isteyebilirler. Bu durum bir mobilizasyon yaratacaktır. Bunun ne kadar etkili olacağını tam bilemeyiz. Ama epeyce etkili olur diye düşünüyorum. Yani ben o kitlede sandığa gitmeme eğiliminin giderek azalacağını düşünüyorum.

-Neden böyle düşünüyorsunuz?

Çünkü sandığa gitmemenin verdiği anlam o seçmenin vermek istediği mesaj değil. Sandığa gitmediğiniz zaman vermek istediğiniz mesaj PKK’dan rahatsızlık duyduğunuz için sandığa gitmediğiniz… Ama verdiğiniz mesaj Ak Parti desteği… Hâlbuki o kitle Ak Parti’ye destek veren bir kitle değil. O kitleye şu anda ‘sandığa gidecek olsaydı’ diye sorulduğunda yüzde 95’in üzerinde ‘hayır’ diyor. Dolayısıyla da bu dürtü, ben bu ayın sonuna doğru, referanduma doğru yaklaştığımızda etkili olacak diye düşünüyorum ve HDP seçmeninin sandığa gideceğini sanıyorum. Ak Parti seçmeni için ise pek öyle değil. Ak Parti seçmenini mobilize edecek olan bir güç şu an bölgede yok. Ak Parti teşkilatları yeterli değil bunu yapmaya.

-Orada, AKP’ye oy veren Kürdlerde de bir boykot olabilir mi?

Boykot değil bu… Boykot siyasi bir kavram… Bilerek bir mesaj olsun diye sandığa gitmemek demek. Öyle olacağını sanmıyorum. Ben Ak Partili Kürdlerin bir bölümünün içinden gelmediği için, sırf bireysel nedenlerle, psikolojik olarak sandığa gitmeyeceğini düşünüyorum.

-AKP bunu tartışıyor mu kendi içinde…

Tabi Ak Parti hem bu tür çalışmaları çok yoğun olarak yapan, hem de mikro ölçekte tabana bakabilen bir parti. Dolayısıyla bunu muhakkak konuşuyorlardır.

-Hükümet Kürd Meselesi’nde çözümsüzlüğü, yani PKK ile askeri çatışmayı, Rojava’da tehlikeli sonuçlara yol açacak güç kullanma siyasetini daha ne kadar sürdürür? Yoksa bu tavır ülkeyi yönetmek için ‘canbaza bak’ taktiği olarak mı kullanılıyor?

Türkiye’nin, Suriye’de ‘öngörülebilir’ bir süreç, bir dönem görülmedikçe Kürd Meselesinde tavır değiştireceğini sanmıyorum. Bunun PKK için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Onlar da Suriye’de bir öngörülebilir istikrar, yeni bir hesap yapma noktasına gelmeleri durumunda ancak Türkiye’ye bakışlarını değiştireceklerdir. O noktaya kadar bu savaş hali devam eder. Çünkü iki taraf da herhangi bir dolaylı görüşme, yani Amerika, Rusya üzerinden görüşme anı geldiğinde hazırlık acısından daha iyi noktada olmak istiyor. Bu da onları savaşa sevk ediyor.

-Yakın zamanda ya da seçim sonrası beklenen barış ortamının olmayacağını söylüyorsunuz…

Pek olacağını sanmıyorum. Bunu ancak Trump ve Putin arasındaki bir anlaşmanın,‘nasıl bir Suriye istiyoruz’ sorusuna ortak bir cevabın ortaya çıkarabileceğini düşünüyorum. Bunun da bütün bu Astana, Cenevre görüşmeleriyle bağlantısı var… Biz halen Suriye konusunu çalışıyoruz PODEM’de. Konuştuğumuz bütün aktörler resmi, gayrı resmi, büyük devletler, yerel aktörler kimsenin iki yıldan önce herhangi bir çözüm beklentisi yok.

-Yani Cenevre 4’ten de bir şey çıkmayacak mı?

Bir şeyler çıkabilse de, bu bir sonraki adımların daha resmi muhataplarının kim olacağına dair bir çerçeve olabilecek ancak. Bu muhataplarla adım adım devam edilecek çünkü. Sonuçta Esad’ın varlığı son derece kadar kritik bir unsur ve tüm tarafları tatmin edecek şekilde çözülmesi ise çok zor şu an. Dolayısıyla herkes bir süre daha böyle devam edeceğini öngörüyor.

-Bu yıl Astana ve Cenevre’de Kürdler yok. Geçen yıldan çok daha farklı yeni bir süreç yaşandığı görüntüsü var. Sizce de öyle mi? İkincisi Kürdler, Suriye’nin kuzeyi meselesinde başka bir yola mı girdi? PYD Suriye’nin kuzeyi meselesinde ısrarcı olmazsa, Türkiye kendi sınırları içerisinde Kürdlerle savaş halinden dönebilir mi?

Evet, tabi bu pazarlıklar ileride olabilir ama bunlar güvenilir pazarlıklar mı? Bu soruyu soracaktır iki taraf da. Yani siz şimdi bir pazarlık yaptınız, bir şeyde anlaştınız. Anlaşmayı bozan taraf eğer daha karlı çıkıyorsa anlaşmayı muhtemelen bozacaktır. O zaman da kimsenin anlaşmayı bozmaktan karlı çıkmayacağı bir anlaşma yapmanız lazım. Bu ise sadece Türklerle Kürdleri ya da Türkiye ve PKK’nin yan yana gelip yapabileceği bir anlaşma değil, muhakkak bir tür garantörlüğe muhtaç. Yani Amerika ve Rusya’nın garantörlüğüyle olabilecek bir şey. Ancak o da önce Suriye konusunda anlaşmalarını gerektiriyor. Dolayısıyla bütün bu mülahazalar insanların zihninde dolanıyor. Stratejik hedeflerini şimdilik bir tarafa koymuş olabilirler. Çünkü gerçekleşmeleri için hakikaten daha koşulların olgunlaşması lazım.

-Barzani’nin Türkiye’ye davet edilmesinin Kürd kamuoyunda hükümet lehine sirayet edecek bir etki yaratacağını ve Kürd oylarında bölünme yaratacağını iddia edenler var. Barzani’nin ziyaretinin böyle bir etkisi olabilir mi?

Doğrusu öyle bir şey olduğunu söyleyemem. Bu kadar zamandır Kürd coğrafyasını epeyce yakından izleyen biri olarak... Bu çok siyasallaşmış bir dünya. Herkesin yaşanan olaylarla ilgili detaylı ve derinlikli analizleri var o coğrafyada. Öyle kolay etkilenebilir bir halleri yok. Sonuçta Barzani’nin gücü de hani yetmişlerdeki gibi değil Türkiye’de artık. Yeniden bir damar açılabilir, olabilir. Ama şu anda Barzani Türkiye’nin Kürd meselesi bağlamında çok küçük bir aktör henüz.

-Barzani’nin referandum öncesi Türkiye’ye gelmesini Kürd kamuoyunu etkilemek için olduğunu söyleyenler var…

Bu Ak Parti tabanını tabiî ki memnun ediyordur. Onlar için olumlu bir nokta olarak kenara yazılıyordur.

-Ak Parti’nin Kürd tarafını mı memnun ediyor bu durum…

Tabi ediyordur ama bu yeni bir şey değil yıllardan beri gelen bir ilişki. Artık oturmuş bir ilişki. Hani insanların kanaatlerini değiştirecek bir durum değil. Onu demek istiyorum. Barzani ile Türkiye zaten çok yakınlar. Yıllardır da devam ediyor bu yakınlık.

-Ankara defalarca Irak’ın toprak bütünlüğü meselesinde hem Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılı olup hem de Barzani’ye yakın kimi kaynakların ifade ettiği gibi olası bir Kürd devletini tanımaya Ankara hazır olabilir mi? Hangisi gerçek yüzüdür Türk siyasetinin?

Esas istedikleri şeyin Irak’ın toprak bütünlüğü olduğunu düşünüyorum. Yani Irak’ın toprak bütünlüğü olmadığı anda Kuzey Irak’ta bir ortak, yerleşik bir partner kazanabilirsiniz. Ama Irak’ın geri kalanıyla nasıl bir ilişki kuracağınız çok şüpheli hale gelebilir. Onun için Türkiye’nin şimdiki bütün stratejisi, ne kadar gerçekçi ayrı bir soru tartışılır ama olabildiğince çevresinde toprak bütünlüklerini korumaktan yana. Olabildiğince yeni devletler üretmemekten yana. Kim ve hangi devlet olursa olsun.

-Bu ilişkide anormal olan bir şey yok mu?

Bu taktiksel bir durum… Ama hepsi böyle yapıyor. Bütün ülkeler için geçerli bu yani. Aynı şeyi AB için de, Rusya için de, ABD için de sorabiliriz. Onlar da aynı şekilde böyle çifte kriterli davranıyorlar. Çünkü karşılarında istikrarlı bir ülke yok. Karşılarında gerçekten kendini yönetebilen bir ülke yok. Biraz da ondan kaynaklanıyor. Eğer Irak kendi sorunlarını çözebilen bir ülke olsaydı, Türkiye de, ABD de, Rusya da burada tek pozisyona gelmek zorunda kalırdı. Ama öyle bir durum olmayınca birden fazla pozisyonu yan yana taşıyabiliyorsunuz. Türkiye de öyle yapıyor.

-Cumhurbaşkanı referandumdan istediği sonucu alamazsa ne olur? Yeni bir deneme mi, erken seçim mi, AKP’nin parçalanması mı, daha başka opsiyonlar mı, kaderine razı gelmek mi? 

Şöyle söyleyeyim: Evet de çıksa hayır da çıksa zaten düşük bir marjla çıkacak. Önemli olacak olan Ak Parti’nin buna nasıl tepki vereceğidir. Örneğin hükümetin istemediği bir sonuç çıksa bile, eğer ertesi gün Ak Parti’nin yetkilileri ve Tayyip Erdoğan,“Bu da gayet normal bir sonuçtur. Halkımız böyle karar verdi. Demek ki biz bu işi iyi anlatamamışız. Biz evet bulacağımızı sanıyorduk, ama bu sefer olmadı. İleride yeniden başkanlık sistemini gündeme getirmek istiyoruz. Ancak şu an zaten bir sorun yok. İki sene daha iktidardayız. 2019 da seçimler var. Türkiye yoluna devam ediyor” derlerse, Türkiye olumlu etkilenir. Faizler düşer, dolar düşer. İş dünyası devam eder yoluna…

-Hayır çıkarsa iç savaş çıkar diyenler, evet çıksa bile ülkede ekonomik anlamda ciddi sorunlar yaşanacaktır diyenler var… Her durumda memlekette krizler kapıda mı?

Bütün bunlar sırf evet ve hayır ile olmaz. Evet ve Hayır’a nasıl tepki verildiği nasıl kullanıldığıyla ilgili olur. Mesela evet çıktığı anda Tayyip Erdoğan çıkıp “Tamam halk yetkiyi şimdi bana verdi, ben istediğimi yapacağım” mesajını vermeye başlarsa o zaman olumsuz da etkileyebilir Türkiye’deki durumu. Ama “Bana bu yetki verildi, teşekkür ediyorum. Ben bunu şimdi en rasyonel şekilde halkıma danışmaya devam ederek, istişare mekanizmalarını kurarak yapacağım” derse bu da olumlu etkiler. Dolayısıyla burada olay Evet ve Hayır’ın kendisi değil. Olay, Ak Parti’nin bunu nasıl kullanacağıdır.

-“Kaderde Hayır varmış” der mi AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan?

Hayır çıkması durumunda tabiî ki Ak Partililer, bu işe şu anda baş koymuş olan insanlar ve Tayyip Erdoğan bundan memnun olmayacak, üzülecektir. Kendisini daha sıkıntıda hissedecektir. Ama sonuçta Ak Parti tecrübeli bir parti. Tayip Erdoğan epeyce pragmatizm sergileyebilmiş olan bir insan. Siyasi sezgileri kuvvetli bir insan... Sonuçta hangi tavrın kendi lehine olduğunu da kolayca bulacaktır. Ve bu tavrın çok da çatışmalı bir tavır olmaması gerektiğini herkes gibi o da düşünecektir. Sonuçta bir siyasetçi var karşınızda. Tabii ki istediği sonucu almak istiyor. Evet çıkmasını istiyor. Ama hayır çıkarsa da dünyanın sonu değil. (M.E)

http://imp-news.com/tr/news/31808/etyen-mahcupyan-hayir-cikmasi-dunyanin-sonu-d

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums