Fehim Taştekin: Esad neden devrilemiyor? İŞTE 5 FAKTÖR.

Türkiyeli gazeteci - yazar Fehim Taştekin, Beşar Esad’ın devrilememesinin 5 nedenini sayarak, en önemlisini “muhalefetin alternatif oluşturamaması” diye ifade etti.

Fehim Taştekin: Esad neden devrilemiyor? İŞTE 5 FAKTÖR.
10.04.2016 - 15:53
1795

 Gazeteci - yazar Fehim Taştekin,  Rudaw TV'ye yaptığı açıklamada Beşar Esad’ın devrilememesinin 5 nedenini sayarak, en önemlisini “muhalefetin alternatif oluşturamaması” diye ifade etti.

Ortadoğu’da kimsenin Osmanlı fesini beklemediğini söyleyen Taştekin, “Türkiye’nin albenisinin nedeni AB’ye üyelik sürecine girip reformlar yapması ve parlayan ekonomisiydi. Ankara’dakiler bu dinamiği yanlış yorumladı” dedi.

Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etmesi için aklını yitirmiş olması gerektiğini dile getiren Taştekin, “2012’den beri Kürtleri tehdit ediyorlar. Yaptıkları IŞİD, Nusra ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı bazı grupları kullanarak Kürtlerin elde ettiği kazanımları yıkmaya çalışmak oldu” ifadelerini kullandı.

Fehim Taştekin Rûdaw’ın sorularını yanıtladı...

Tüm önemli bölge ülkelerinin çabasına rağmen Beşşar Esad’ın gitmesini engelleyen temel dinamikler nelerdir?

Birkaç temel faktör sıralanabilir: Birincisi Suriye’de isyanın daha ilk günlerinde silahlı gruplar devreye girdi ve süreci zehirledi. Halk bu şiddetin kirli bir tezgâh içerdiğini gördü.

İkincisi, gösterilerde “Aleviler mezara Hıristiyanlar Beyrut’a” gibi mezhepçi sloganların atılması halkı korkuttu.

Üçüncüsü, Suriye’de hızlıca bir vekâlet savaşı şekillendi. Her bir bölgesel ya da uluslararası aktör kendi çıkarlarına göre sürece müdahil oldu. Bu da dış komplolar konusunda bilinci açık olan Suriye halkının olaylarla ilgili bir kez daha düşünmesine neden oldu. Dış güçler kendi çıkarları için farklı gruplarla çalışma yoluna gitti. Herkes kendi adamıyla süreci yönlendirmeye çalıştı. Böylece kırılgan ve dağınık olan muhalif yapılar savaş içinde savaşa sürüklendi.

Dördüncüsü, Suriye kısa sürede uluslararası cihatçıların kendi gündemleriyle aktığı bir sahneye dönüştürüldü. Bu da yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi birşeydi.

Beşincisi ve en önemlisi, muhalefet anlamlı bir bütünlük ortaya koyamadığı için Esad yönetimine alternatif olamadı. Ne siyasi ne askeri açıdan Esad yönetimine alternatif diye desteklenen ve tanınan örgütlerin gerçekte sahada ve halk arasında karşılığı vardı. 

İnisiyatif kısa sürede IŞİD, Kaide’ye bağlı Nusra, Suud destekli İslam Ordusu, Türkiye-Katar-Kuveyt destekli Ahrar el Şam gibi örgütlerin eline geçti.

Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerde liderler çok çabuk pes edip gittiler. Özelikle Mısır’da Mübarek ve Tunus’ta Bin Ali... Esad’ı diğerlerinden Farklı kılan yönler nelerdir?

Bir kere Suriye’nin bölgesel ve uluslararası bağlamlarda oturduğu yer farklı. Golan’ın işgali yüzünden İsrail’le teknik olarak savaşta olması, Filistinli örgütleri desteklemesi, İran’ın müttefiki olması, daha genel anlamda ABD’nin 1979’da inşa ettiği Camp David Düzeni’ne aykırı bir yol izlemesi ve Sovyetler zamanından beri Rusya’nın müttefiki olması Suriye üzerindeki hesapları daha karmaşık hale getiriyor.

Suriye’ye müdahale bütün bir Ortadoğu’ya müdahale anlamına geliyor. Suriye ordusu ve istihbarat birimleri bu zor denkleme göre şekillendi. Esad yaklaşan fırtınanın güçlü olduğunu fark edince hem güvenlikçi tedbirleri ağır silahlar kullanıp yıkıma ve kayıplara yol açma pahasına arttırdı hem de reforma yönelik bazı adımlar attı.

Tunus bir yana Mısır’da aslında Mübarek’in gitmesi ordunun perde arkasında duruma el koyması sayesinde oldu. Mısır’da yüzlerce kişinin ölümüne rağmen kimse silaha sarılmadı. Suriye’de muhaliflerin silaha sarılması Esad’ın da güç kullanmasına bahane sundu.

Ayrıca Mısır’la kıyaslandığında Suriye’deki isyanın gücü Esad’ı sarsacak derecede kitleselleşemedi. Aksine karşı gösteriler yani Esad için düzenlenen gösteriler çok daha kalabalıktı. Tabi bunu rejimin nefes aldırmamasına bağlayanlar var.

Ancak uluslararası medyanın birkaç yüz kişilik gösterileri “Şam, Dera, Hama, Humus yıkılıyor” diye sunması dünya kamuoyunu epeyce yanılttı. Ordudaki Sünnilerin ayrılmasıyla sistemin çözüleceği gibi naif bir hesap güdüldü. Yine 10’un üzerindeki istihbarat örgütlerinin gücü küçümsendi. Kışlaları terk eden kimi askerlere rağmen ordu bütünlüğünü korudu.

Ekonomik olarak da sistemin sürdürülebilir olması Esad’ın halk nezdindeki meşruiyetinin sürmesini kolaylaştırdı. Ayrıca Esad, düşmanlarının onca mezhepçi çıkış ve önermelerine rağmen başarılı bir kamu diplomasisi yürüttü ve mezhepçi söylemlere sapmadı. Esad bu süreçte çok fazla düşman edinmekle birlikte halk desteğini de muhafaza etti. 

Sizce, Beşar Esad giderse Suriye’de nasıl bir değişim olur?

Esad’ı gönderecek olan Suriye halkıdır. İlk önce savaşın bitmesi gerekiyor. Devlet aygıtları ve toplumun önemli bir kesimi Esad’ı sistemin sigortası olarak görüyor. Esad’ın çekilmesinin bir çöküşü beraberinde getireceğine dair bir kanaat var. Tabii dışardaki kanaat tam tersi. Türkiye dahil pek çok ülkenin hükümetleri Esad gitmeden bu savaşın bitmeyeceğini savunuyor. Ama gerçekçi olmak lazım. Suriye gibi çok denklemli bir ülkeden bahsediyoruz. Suriye’de halihazırda hiçbirimizin beğenmediği omurga çökerse bu coğrafyayı bir daha toparlamak mümkün olmayabilir. Bu bütün bölgeyi istikrarsızlığa sürükleyecek potansiyel arzediyor. Suriye dağılırsa Lübnan’ı da unutun! Ürdün de çok kırılgan. Bunun Filistin’e de etkileri olacaktır. Devletin devamlılığını sağlayacak biriyle geçiş sağlanırsa bu süreç daha az sancılı olur. Ama bunun nasıl olacağını kimse bilmiyor.

Esad’ın gitmesi durumunda Baas meşru zeminde siyaset yapacak güçte mi, yoksa silaha mı başvururlar?

Bu sadece Baas ile ilgili bir durum değil. Sistemin toplumsal, siyasi, askeri, bürokratik dayanakları var. Bu dayanakların vereceği tepki önemli. Biz hala Suriye’ye bir parti devleti muamelesi yaparak hata yapıyoruz. Suriye kanlı süreçte “Suriyelilik” kimliğinin öne çıktığı bir devlet olduğunu da gösterdi. Esad sonrası senaryoya dönersek; nelerin olacağı, Esad’ın alternatifinin kim olacağına bağlı. Sahadaki silahlı gruplar Şam’ın efendisi kesilirse Esad’ın kaderini kendi kaderi olarak gören kesimler ya da kurumları berbat bir senaryo bekliyor. Mezhepçi grupların Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olması özellikle dini ve mezhebi azınlıklar için tarihin sonu demektir. Haliyle yok olmamak için bu kesimlerden çok sert bir direniş beklenebilir.

 Ağustos 2011’de Davutoğlu’nun Dubai’de Hilary Clinton’la görüşmesinden sonra Türkiye’nin Suriye politikası tümüyle değişti. Bu değişikliğin kaynağında ne var? Amerika Türkiye’ye ne vaat etti?

Türkiye’nin üzerinde baskı kuruldu. Artık diplomatik çabaların bir kenara bırakılıp sistemin tecrit edilmesi gerektiği yönünde bir baskı. Ama bu tecride paralel olarak vekalet savaşı da tezgahlandı. Türkiye hem müttefikleriyle koordinaslon içinde hareket etme gereği duydu, hem de kendi heveslerinin etkisiyle daha fazla inisiyatif almak için kolları sıvadı.

Libya’da son dakikada çizgisini değiştirirken son derece pragmatist davrandı. Gitmekte olan bir adam üzerinden oyununu oynamayıp NATO müdahalesine ortak oldu. Suriye’de de Esad’ın kısa sürece gideceğini düşünüp fırsatları kaçırmamak için kervana katıldı. Hükümet bu kararı verirken ciddi hesap hataları yaptı. Rejimin kısa sürede gideceğine dair değerlendirmede kullanılan bilgiler ve saha ile ilgili veriler tamamen yanıltıcıydı.

Suriye’deki yönetimi belirlemek veya geleceğinde söz sahibi olmak Türkiye’nin emperyal emellerine karşılık gelebilecek türden birşey midir?

Elbette Türkiye’yi yönetenler şişirilmiş bir özgüvenin etkisiyle Ortadoğu’da her gelişmeye yön verebileceklerini sandılar. Bu perspektifin hiçbir karşılığı yok. Ortadoğu’da kimse Osmanlı fesini bekliyor değil. Türkiye’nin albenisinin nedeni AB’ye üyelik sürecine girip reformlar yapması ve parlayan ekonomisiydi. Ankara’dakiler bu dinamiği yanlış yorumladı. Popülist çıkışlarla Araplar arasında heyecan yarattı ama komşuların iş içlerine müdahale etmesi, özentisiz bir şekilde hizipçilik ve mezhepçilik yapması ters tepti. AKP liderleri Şam’da iktidarı belirleyecek kadar nüfuz sahibi olabilirlerse tüm Ortadoğu’ya hükmedebileceklerini sandı. Hevesleri ile kapasiteleri arasındaki uçurumun farkında değillerdi, bu rüyadan hala uyandıklarını da sanmıyorum.

Ankara hangi saiklerle veya neye güvenerek Suriye konusunda çok iddialı çıkışlar yapmaktaydı?

Türkiye’nin kendi iç sorunlarını çözmeden Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesine merhem olabilmesi mümkün değil. Türkiye’nin modellik iddiasının altı boş. Osmanlı zamanında sürülmüş Ermeniler başka yerlere kaymadan önce Suriye’de hayat buldu, Süryaniler de öyle. Bizden kaçan ya da sürdüğümüz Kürtler de Suriye’de iyi kötü bir gelecek inşa etti. Bazılarının anayasal hakları gaspedilmiş olmasına rağmen durumları Türkiye’dekilerden halliceydi.

Bizde Osmanlının askeri olan, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde ciddi katkı sunan, askeri ve sivil bürokraside hatırı sayılır varlık gösteren, siyasi partilerde de tepe noktalarda bulunan Çerkesler asimile oldu, kendi dillerini unuttu ama Suriye’deki Çerkesler bu tür bir asimilasyon baskısıyla karşılaşmadı. Suriyeli her bir Çerkes kendi anadilini konuşabiliyor.

Aleviler Suriye’de güvende yaşarken Türkiye’dekilerin hakları hala tanınmış değil. Türkiye’de Aleviler, Ermeniler, Süryaniler ötekileştirici ve dışlayıcı politikaların mağdurları olmaya devam ediyor.

Hal bu iken Türkiye Suriye’ye nasıl model olabilir? Bir de Kürtler var tabii… Suriyeli Kürtlerin özerklik inşa etme çabalarına en şiddetli tepkiyi veren ülke Türkiye.  Suriye yönetimi bile Türkiye gibi sert değil. Kürtlerin bölgenin diğer etnik ve dini topluluklarıyla birlikte ortak yaşam tesis etmesini Türkiye kendisine yönelik tehdit olarak algılıyor. Haliyle Türkiye’nin Suriye’ye vaaz edebileceği hiçbir konu yok. Ayrıca Kürt şehirlerinde devletin temmuzdan beri estirdiği terör yüzünden Esad ya da başka bir diktatöre git deme meşruiyetini kaybetmiş durumda.

Kitabınızda Ağustos 2015’te son Suriye gezinizden sonra Abdullah Gül’e bir brifing verdiğininizi belirtmişsiniz. Abdullah Gül, Türkiye’nin mevcut Suriye politikasından hoşnut muydu? O dönem Başbakan olsaydı o da aynı politikayı izler miydi?

Gül ile iki saat süren bir sohbetim oldu. Talep kendisinden geldi. Benim Suriye’deki durumla ilgili analizlerime hak verdi. Hükümetin Suriye politikasını enine boyuna eleştirdim, nerelerde hata yapıldığını sıraladım, itiraz etmeden dinledi. Kendisinin de defalarca hem Recep Tayyip Erdoğan hem de Ahmet Davutoğlu’na ikazlarda bulunduğunu ama sözünün dinlenmediğini söyledi. Gül’ün yaklaşımı farklıydı. Tabii bana hak verdiği konularda gerek dava arkadaşlarının gerek dışardaki müttefiklerinin baskıları karşısında ne kadar direnç gösterebilirdi bilmiyorum. Gül yumuşak tabiatta bir lider, Erdoğan gibi dayatmacı değil.

Acaba Türkiye eski Suriye politikasından vaz mı geçti?

Kafa yapısı değişmedi. Ama defalarca duvara tosladılar. Artık iki yıl öncesi gibi “Ortadoğu’da her gelişmeye biz yön veririz, süreçleri biz yönetiriz” diyecek halde değiller. Seslerini kısmaktan başka şansları yok. Aksi halde çok komik duruma düşebiliyorlar.

En son dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD dönüşünde, Obama’ya “Kuzey Suriye’de olanlara seyirci kalmayacaklarnı söylediğini” açıkladı. Türkiye’nin Suriye’ye girme ihtimali ne kadar sizce?

Türkiye, Suriye’ye giremez. Bunun için aklını yitirmiş olması gerekir. 2012’den beri Kürtleri tehdit ediyorlar. Yaptıkları IŞİD, Nusra ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı bazı grupları kullanarak Kürtlerin elde ettiği kazanımları yıkmaya çalışmak oldu. Bir vekâlet savaşı da Kürtlere karşı verildi. Bir de top atışlarıyla Kürtleri ilan edilen kırmızıçizgilerde durdurma çabası var.

Bunların dışında Suriye’ye doğrudan askerlerini sokarak bir savaşa girmesi kolay değil. Girerse hem Kürtler ve müttefikleri hem Suriye ordusu hem de Rusya ile savaşı göze alması gerekir. Sanırım Rusya düşürülen uçağın intikamını almak için Türkiye’nin karadan ya da havadan Suriye’ye girmesini dört gözle bekliyor. Rusya’nın NATO toprakları dışında yapacağı bir misillemeyi Türkiye’nin müttefiklerin de üzerlerine almayacağını sanıyorum.

Suriye konusuna hakim birisiniz. Sizce federal sistem Suriye için kalıcı bir çözüm oluşturur mu?

Federal sistemin ne kadar işlevsel olduğuna bağlı. Rojava’da umut veriyor. Bu Kürtlerin birçok şeyi içselleştirmiş olmasına, toplumsal örgütlülüğüne ve askeri disiplinine bağlı bir durum. Aynı şeyi Arap bölgelerinde görmüyoruz. Ama fikir olarak Kürtlerin hayata geçirdiği model Suriye’yi rahatlatacak bir modeldir. Tabii oldukça zor. Suriye sıkı bir ulus devlet mantalitesine sahip. Bu elbiseyi yırtıp atması ciddi bir devrim olur. Merkeziyetçi yapıyı ademimerkeziyetçi bir yapıya dönüştürmek dünyanın en zor işi. Aynı direnci Türkiye’de de görüyoruz.

Sözkonusu federal sistemde IŞİD’in Rakka merkezli bir federal bölgesi olabilir mi?

Hayır olamaz. Buna ne uluslararası sistem ne yerel aktörler ne de Suriye yönetimi izin verir.

PYD’nin Moskova’da, YPG’nin Prag’da temsilcilik açması, politikalarına nasıl bir güzergah çizebilir?

Kürtler çok boyutlu bir yol izliyor. Prag ya da Brüksel’de büroların açılması Batı’ya yönelimi gösteriyor. Moskova’da temsilciliğin açılması ise küresel bir güce yaslanma ihtiyacına denk geliyor. Rusya’nın desteğini almak hem uluslararası platformlarda, hem de Şam üzerinde Kürtler namına bir etkiye sahip olmak demektir. Amerika ile ittifakın Şam üzerindeki etkisi ters yönlü. Bunu dengeleyen faktör Rusya ile ittifaktır. Her iki güçle birlikte hareket etme yeteneği sürdürülebilirse bundan Kürtler kazançlı çıkar.

Sizce ileride ABD Rojava ve Guney Kürdistan’ın birleştirmeye çalışır mı?

Kısa vadede böyle bir şeyin olması zor. ABD istese de bunu yapamaz. Bir kere Kürtlerini bunu istemesi lazım. İki yakadaki hakim anlayış birbirine taban tabana zıt. Şu anda Rojava’ya uygulanan ambargoda en can yakıcı olan Güney Kürdistan’dan gelen ambargodur. Önce Kürtlerin kendi birliğini sağlaması gerekiyor. Sonra bölgesel güçlerin iradelerini aşmaya ve uluslararası toplumun desteğini almaya sıra gelir. Daha alınması gereken çok yol var. 

Suriye’deki Kürt toplumun en belirleyci yönleri ve hedeflerine varmak için ne tür avantajlara sahipler?

Kürtlerin bir davası var. Bu dava bir çıkış yapmak için olabilecek en uygun koşullara sahip. Savaş ve IŞİD tehdidi Kürtlerin kendi sözlerini söyleme ve farklılıklarını gösterme imkanı da verdi. IŞİD ile mücadele Kürtlere meşruiyet kazandırdı. Ellerindeki model onların şu an en güçlü silahı.

Üçüncü yol stratejisi Kürtlere kazandırdı. Tabii elde ettikleri siyasi mevzileri kalıcı kılmak için yerelde farklı halklarla geliştirdikleri birlikte yaşama felsefesinden kesinlikle sapmamaları ve uluslararası alanda olabildikçe akıllı ilişkiler geliştirmeleri gerekiyor. Kürtler kendilerini silahla dayatmaya kalkışırsa, kaybeder. Çünkü o zaman ittifak kurdukları halklar bir şekilde çözülür ve başka ittifak ilişkileri ve çıkar savaşları devreye girer.

PORTRE / Fehim TAŞTEKİN

1972’de Erzurum’un Oltu ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te Yeni Şafak’ta muhabir olarak başladı. Hürriyet, Son Çağrı ve Yeni Ufuk gazetelerinde editör olarak çalıştı. 2000’de Ajans Kafkas’ı kurup iki farklı dönem halinde toplam 6 yıl editörlüğünü yürüttü. Radikal Gazetesi Dış Haberler Servisi’nde editör, müdür ve yazar olarak görev yaptı. Uluslararası analiz sitesi Al Monitor’a haftada bir yazı yazıyor. İMC TV'de haftalık dış politika programı yapıyor. Evli ve iki çocuk babası.

http://rudaw.net/turkish/interview/09042016

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums