Mustafa Suphi ve arkadaşlarının demokratik ve özgür bir ülke hayali

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının demokratik ve özgür bir ülke hayali
28.01.2021 - 21:37
4264

 Türkiye Komünist Partisi'nin kurucu lideri Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesinin üzerinden 100 yıl geçti. Yazar Ahmet Kardam, kaleme aldığı son kitabında hayatını anlattığı Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesiyle bu topraklarda demokrasi ve çoğulculuğun kaybedildiğini ifade etti.

 
Türkiye Komünist Partisi'nin (TKP) kurucusu ve Merkez Komite Başkanı Mustafa Suphi ve 15 arkadaşı, bundan 100 yıl önce Karadeniz'de katledildi. Kurtuluş Savaşı yıllarında İttihat Terakki Fırkası'nın Anadolu delegesi olarak aktif mücadeleye başlayan Mustafa Suphi, ittihatçılardan ayrıldıktan sonra gördüğü siyasi baskılar nedeniyle gittiği Rusya'da komünist düşünceyle tanıştı. Burada uzun süre faaliyet yürüttükten sonra Meclis'in görüşme çağrısı üzerine Anadolu'ya gelen ve buradan Ankara'ya geçmek isterken Suphi ve beraberindeki arkadaşları, linç girişimlerine maruz kaldı. 
 
Bu saldırılara rağmen Anadolu'da kaldıkları süre içinde örgütsel çalışma yürütmeye devam eden Suphi ve arkadaşlarına, kendilerini Ankara'ya davet eden Meclis ve Doğu Cephesi Komutanlığı'nca "siyasi kargaşa çıkaracaklar" gerekçesiyle koruma verilmedi. 
 
Can güvenlikleri olmadığı için 28 Ocak 1921 gecesi Sovyetlere geri dönmek için bindikleri teknede kayıkçılar kahyası Yahya Kayha tarafından Karadeniz açıklarında katledildi. 
 
Bazı kaynaklara göre, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Ankara'ya davet edilmeleri baştan beri tuzaktı. Yine suikastın emrinin Mustafa Kemal Atatürk ve Enver Paşa tarafından verildiği yönündeki iddialar da uzun yıllar tartışma konusu oldu.
 
Öldürüldüğü 1921 yılına kadar komünizm mücadelesi veren Mustafa Suphi'yi, hayatını geçtiğimiz ay yayımlanan “Mustafa Suphi, karanlıktan aydınlığa” adlı kitabında kaleme alan Ahmet Kardam ile Mezopotamya ajans  konuştu...
 
 Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi hala aydınlatılmış değil. Öncelikle Suphi’lerin ölüme gönderilmesi kimler tarafından planlandı ve bu süreç nasıl ilerledi? 
 
Doğru, Mustafa Suphi’nin ve 15 yoldaşının katledilmeleri emrinin kimin verdiği hâlâ aydınlatılmış değil. Ama katliamla sonuçlanan planlamayla ilgili sorumluluk zinciri hiçbir tereddüde yer bırakmayacak kadar açık ve kesindir. Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi, 7 Eylül 1920 tarihli kararıyla partiyi yasal olarak kurmak üzere Türkiye’ye dönme kararı alıyor. M. Kemal’in böyle bir ‘dönüş’ konusundaki tutumunu anlamak üzere kendisine 15 Haziran 1920 tarihinde yazılmış mektuba verdiği 26 Ağustos 1920 tarihli yanıtı, 1 Ekim 1920 tarihinde Merkez Komitesi’ne ulaşır. M. Kemal, ‘bağımsız bir parti faaliyeti yürütmemek’ koşuluyla hükümetle temas kurmak üzere tam yetkili bir heyetin gönderilmesini istemektedir.
 
M. Kemal bu koşullu davet mektubunu yazdıktan hemen sonra Eylül 1920 başında Türkiye’ye dönüş yapacak olan Mustafa Suphi’nin ve beraberindeki heyetin Ankara’da kurulmuş olan komünist partisiyle irtibat halindeki Yeşil Ordu Teşkilatı’nın ve onun Meclis’teki uzantısı Halk Zümresi’nin, Yeşil Ordu Teşkilatı üyesi Çerkez Ethem’in, kısacası tüm muhalefetin tasfiye edilmesine karar verir. 
 
Bu planın bir parçası olarak 18 Ekim 1920 günü kendi denetimi altında bir Komünist Fırkası kurar. Dönüş yapacak olan Suphi ve beraberindekiler, Ankara’daki komünist teşkilatı, Yeşil Ordu Teşkilatı, Çerkez Ethem, vb. yani tüm muhalefet bu Komünist Fırkasına üye olmak zorunda bırakılacak ve bu fırkayla birlikte hepsi tasfiye edilecektir.
 
Peki, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının ölüm yolculuğu nasıl başladı? 
 
 
 Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e bir telgraf çekerek M. Suphi’nin ve heyetinin Ankara’ya gönderilmemesi ve Sovyet Rusya’yı rahatsız etmeyecek şekilde ‘Suphi’den kurtulmayı sağlayacak uygun bir plan’ hazırlayıp, onaylanmak üzere kendisine sunulması talimatını verir.
 
Mustafa Suphi, üç Merkez Komitesi üyesi ve diğer heyet üyeleri, 19 Aralık 1920 günü Bakü’den yola çıkarak 28 Aralık 1920 günü Kars’a varırlar. Onları karşılayan Kazım Karabekir’e daha önce verilen talimat, heyetin Ankara’ya gönderilmesi şeklindedir. Fakat aynı günlerde Çerkez Ethem’in isyan edeceği kesinlik kazanmıştır. O koşullarda M. Suphi ve beraberindekilerin Ankara’ya gelmeleri “sakıncalı” olacağından planda değişiklik yapılır. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e bir telgraf çekerek M. Suphi’nin ve heyetinin Ankara’ya gönderilmemesi ve Sovyet Rusya’yı rahatsız etmeyecek şekilde “Suphi’den kurtulmayı sağlayacak uygun bir plan” hazırlayıp, onaylanmak üzere kendisine sunulması talimatını verir.
 
Kazım Karabekir, Erzurum Valisi Hamit Bey’le haberleşerek böyle bir plan hazırlayarak 5 Ocak 1921 günü M. Kemal’in onayına sunar. Bu plan uyarınca M. Suphi ve beraberindekiler önce Erzurum’a gönderilecekler; orada “halkın” şiddetli protestosuyla karşılanmaları sağlanacak; Ankara’ya gönderilmeyip Trabzon’a doğru yola çıkarılacaklar, yol boyunca protestolar sürecek, aç ve açıkta bırakılacaklar; protestolar Trabzon’da da sürecek ve oradan denizyoluyla Batum’a doğru sınır dışı edileceklerdir. 
 
Bu güzergâh ve özellikle Erzurum ve Trabzon tamamıyla İttihatçıların ve Ermeni tehcirini örgütleyen Teşkilatı Mahsusa’nın örgütlü olduğu coğrafya üzerindedir. M. Suphi’ye diş bileyen Enverci İttihatçıların kontrolünde gerçekleşecek bu “sınır dışı” operasyonunun bir katliamla da sonuçlanabileceğini hem planı yapan Kazım Karabekir hem Erzurum Valisi Hamit Bey ve kuşkusuz M. Kemal gayet iyi bilmektedirler.
 
 Ankara Hükümeti’nin bu süreçteki tutumu ne oldu? 
 
 
Bütün olay eksiksiz bir ‘derin devlet operasyonudur’. Nasıl ki ‘rüşvetin belgesi’ olmazsa, böyle bir derin devlet operasyonunun belgesi hiç olmaz; ama ‘sır’ olan bir şey de yoktur.
 
M. Kemal’in bu plana vereceği onay beklenirken, o arada Ankara’da komünistlere karşı operasyonlar başlar. M. Kemal’in bu planı onaylaması üzerine Suphilere yönelik operasyonu 18 Ocak 1920 günü başlatılır. M. Kemal “ölüm yolculuğu”nun bütün aşamalarını telgraf başında izler. 
 
27 Ocak 1921 akşamı Trabzon’a varan heyet, İttihatçı ve Enverci militan, kayıkçılar kâhyası Yahya tarafından örgütlenmiş bir motora bindirilerek Karadeniz’e doğru yola çıkarılır. Ankara Hükümeti ve Meclis bu katliam konusunda hiçbir soruşturma açmaz. “Üç maymunlar” oynanır. Önce kayıkçılar kâhyası Yahya, Topal Osman tarafından, sonra Topal Osman da Ankara’da üzerine gönderilen askeri birliklerle girdiği çatışmada öldürülür. Bu operasyonla eş zamanlı olarak bir yandan Çerkez Ethem, öte yandan Ankara’daki komünistler ve Yeşil Orducular, kısacası Suphi dışında kalan tüm muhalefet de tasfiye edilir. 
 
Bütün olay eksiksiz bir “derin devlet operasyonudur”. Nasıl ki “rüşvetin belgesi” olmazsa, böyle bir derin devlet operasyonunun belgesi hiç olmaz; ama “sır” olan bir şey de yoktur.
 
Kitabınızda katledilmesinden sonra M. Suphi’ye ve kurmuş olduğu Komünist Partisi’ne ilişkin bir “karartma”dan ve “karalama”dan söz ediyorsunuz. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu? 
 
Bu “karartma”, Bolşevik Partisi’nin ve Sovyet devletinin bu katliam karşısındaki suskunluğuyla bağlıdır. Mustafa Suphi’nin Türkiye’ye dönüş hazırlıklarını yaptığı ve gerçekleştirdiği 1920 sonbaharı ve kışı, 1918’den beri süren iç savaşın sona erdiği ve onun yarattığı ekonomik ve sosyal yıkımın açtığı yaraların sarılmaya çalışıldığı döneme denk geliyordu. Bolşevik Partisi’nin üç yıl süren bu iç savaş boyunca Ekim Devrimi’ni yaşatabilmek için bütün umudunu bağlamış olduğu “Batı’dan başlayacak dünya devrimi” beklentisinin gerçekleşmeyeceği kesinlik kazanmıştı. Savaş yaralarının sarılması ve Ekim Devrimi’ni yaşatmanın tek çaresi İngiltere başta olmak üzere kapitalist-emperyalist dünya ile ticari ve diplomatik ilişkiler kurabilmekti. Böyle bir ticari ve diplomatik ilişki kurma konusunda İngiltere’nin Sovyet Rusya’ya dayattığı temel bir koşul vardı: Sovyet Rusya, esas olarak Türkiye ve İran’da, İngiltere aleyhine propaganda ve örgütlenme yapılmayacağını garanti edecekti.
 
İşte bu nedenle Bolşevik Partisi ve Sovyet devleti, Türkiye’ye dönmekte olan Mustafa Suphi ve yoldaşlarını “ölüm yolculukları” boyunca yalnız bıraktığı gibi Karadeniz katliamı karışında da tam bir suskunluğa gömülür. 
Hiçbir gerekçeyle mazur gösterilemeyecek bu tutumu haklı çıkarabilmek için Mustafa Suphi “maceracılıkla” suçlanır ve Komünist Enternasyonal yönetimi de Türkiye Komünist Partisinin 1920 Eylül’ündeki kuruluş kongresini geçersiz sayar. Böylece Mustafa Suphi “zamansız ve hazırlıksız, dolayısıyla yanlış bir Türkiye’ye dönüş macerasının acı ama kaçınılmaz kurbanı” haline getirilerek tarihten ve Türkiyeli komünistlerin belleğinden silinmeye çalışılır. 
Karadeniz katliamı sonrasında Komünist Enternasyonal’e bağlı olarak yeniden örgütlenen Türkiye Komünist Partisi yönetimlerinin bu “karartmayı” sürdürdükleri anlaşılıyor. Bu karartmanın yarattığı karanlığın etkilerinin günümüze kadar uzandığı görülüyor. Ben Suphi üzerine yaptığım çalışmayla bu karanlığı dağıtmaya çalıştım.
 
 Mustafa Suphi’nin ülkeye dair düşünceleri nelerdi? 
 
Türkiye Komünist Partisi’nin Eylül 1920’de Bakü’de toplanan kuruluş kongresinde kabul edilen, Mustafa Suphi tarafından hazırlanmış programında hedeflenen devlet düzeni ‘federal ve laik bir Sovyet sosyalist cumhuriyet’ idi. Suphi, böyle bir sosyalist cumhuriyetin kurulabilmesinin mağdur sınıfların bunu benimsemesine, yani onların rızasına bağlı olduğunu özellikle vurguluyordu.
 
Programda belirlenen hedef sosyalizm olmakla birlikte, Suphi aynı zamanda komünist partisini bu hedefe ulaştıracak bir asgari programdan söz ediyordu. Fakat bundan kastı, önce burjuva demokratik devrim aşaması, sonra onu izleyecek “sosyalist devrim aşaması” değildi. Yani aşamalı bir devrim görüşünü savunmuyordu. Suphi’ye göre, Türkiye tekelcilik öncesi Batı Avrupa ülkelerindeki gibi toplumu devrimle dönüştürebilecek bir burjuvaziye sahip değildi. Bağımsızlık mücadelesini yürüten Kuva-yı Milliye’yi oluşturan güçler, komünist partisinin sürece müdahale edememesi durumunda zafer sonrasında, mücadele ettikleri emperyalist devletlerin hâkim güçleriyle uzlaşmaları kaçınılmazdı. Suphi’nin sözünü ettiği asgari program, başlamış olan bağımsızlık mücadelesine aktif olarak katılacak komünist partisinin göstereceği başarı oranında gücünü artırmayı ve savaş sonrasında yeni devlet düzeni kurulurken partinin o sürece müdahale edebilecek güce ulaşmasını sağlamayı hedeflemekteydi.
 
Nasıl bir devrim hayali vardı?
 
 
O günkü iktidar, başta Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Partisi olmak üzere böyle bir rejimin taraftarı olacak bütün siyasi güçleri tasfiye ederek 1921 Anayasasını kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm etmiş.  20 Nisan 1924’te de onu hepten iptal ederek, 1961 yılına kadar yürürlükte kalacak olan 1924 Anayasasıyla, tam anlamıyla oligarşik bir rejim kurmuştur.

Zafer sonrasında kurulacak yeni devlet düzeni tepeden inme bir “devrimle” ulus-devlet biçiminde inşa edilecek oligarşik bir yönetim olmamalı, bağımsızlık mücadelesine fiilen katılmış bütün güçlerin ittifakına, halkın aktif katılımına dayalı, henüz sosyalist olmayan ama sosyalizme evirilme imkânını da barındıran bir cumhuriyet olmalıydı. Yeni devlet sistemi, temsili parlamenter sistemle sınırlı kalmayan, emekçi halkı da ülke yönetiminde söz ve karar sahibi yapacak, doğrudan demokrasinin temel dayanağı olacak yerel meclislere (Sovyetlere) dayalı bir cumhuriyet olmalıydı. Türkiye Komünist Partisi böyle bir demokratik ortamda, emekçi yığınlara programında öngördüğü Sovyet sosyalist bir cumhuriyeti benimsetme, bu konuda onların rızasını alma imkânına sahip olabilecekti.
 
Suphi’nin asgari program hedefi olarak belirlediği böyle demokratik bir cumhuriyet fikri hayal değildi. Bunun kanıtı 23 Nisan 1920’de kurulan ilk Meclis’in 1921 Anayasasını kabul etmiş olmasıdır. 
 
Bu anayasa bir tür yerel “halk şuralarına” (Sovyetlere) dayanıyordu. Ne var ki o günkü iktidar, başta Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Partisi olmak üzere böyle bir rejimin taraftarı olacak bütün siyasi güçleri tasfiye ederek 1921 Anayasasını kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm etmiş.  20 Nisan 1924’te de onu hepten iptal ederek, 1961 yılına kadar yürürlükte kalacak olan 1924 Anayasasıyla, tam anlamıyla oligarşik bir rejim kurmuştur.
 
Mustafa Suphi’nin sosyalizm anlayışına baktığımızda halkların federatif bölgelere ayrılması tarzında bir bakış açısı var. Bunu açabilir miyiz? 
 
Mustafa Suphi’nin, Müslüman Türklerden başka Ermeni, Rum, Arap ve benzeri halkları da barındıran Osmanlı ülkesinin federatif bölgelere ayrılması gerektiği biçimindeki fikri onun sadece sosyalizm anlayışının ürünü değildi. Suphi henüz sosyalizmi benimsememiş olduğu yıllarda da bu görüşün savunucusuydu. Rusya’ya iltica etmeden önce, 1914’te yayımlanan “Türklüğün İstikametleri” başlıklı uzun makalesinde Osmanlı toprakları üzerinde dört federatif bölge ve bunların içinde de ayrı özerk bölgeler kurulmasını savunuyordu. 
 
İmparatorluğun Rumeli topraklarında biri “Makedonya”, ötekisi “Arnavutluk” olmak üzere iki federatif bölge; Anadolu’da “Türkiye” ve Asya topraklarında ise “Arabistan” olmak üzere iki federatif bölge daha kurulurken, ayrıca Ermeni, Kürt, Laz gibi halklara da özerklikler verilmeliydi. Her federasyonun ve özerk bölgenin toprakları orada yaşayan milletlere veya milliyetlere ait sayılmalı ve toprak da genellikle onu işleyen köylüye ait olmalıydı. Osmanlı devletinin bekası için iki de bir Kürdistan’a, Ermenistan’a veya Arabistan’a askeri seferler düzenlemekten vazgeçilmeliydi. Hem dışarıda hem de imparatorluk içinde huzur, istikrar ve barış ancak böyle sağlanabilirdi.
Suphi komünizmi benimsedikten sonra da ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının ısrarlı savunucusu olmuş, bu ilkenin kuruluş kongresinde kabul edilen programda yer almasını sağlamıştır. Kabul edilen bu programda, “çeşitli milletlere mensup işçi ve köylü Sovyet cumhuriyetlerinin kurulması”; “hür milletlerin hür birliği temelinde federasyon usulü” ve “ayrılma hakkının tanınması” yer almaktaydı. Ne var ki 27-28 Ocak 1921 gecesi Trabzon açıklarında beraberindeki yoldaşlarıyla birlikte katledildikten sonra, diğer bütün programatik görüşleriyle birlikte ısrarla savunduğu ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi de karartılmış, Türkiye komünistlerinin belleğinden silinmiştir.
 
Mustafa Suphi’nin görüşlerinin bugün hala canlılığını koruduğunu ifade edebilir miyiz? 
 
 
Kürt sorunu çözülmeden ülkemizin ne dışarıda ne içeride istikrara, barışa, huzura, özgürlüğe kavuşması imkânsızdır. Bu sorunun bir türlü çözülemeyişinin nedeni, ‘demokratik ve özgür bir Türkiye’ istediğini söyleyen muhalif güçlerin ezici çoğunluğunun hayallerinde yaşattıkları 'bölünme' korkusudur.
 
Türkiye komünist ve sosyalist hareketinin Suphi’yi kaybetmesinin üzerinden 100 yıl geçti. Günümüz Türkiye’si 100 yıl öncesinin Türkiye’si değil ama Suphi’nin iki temel görüşünün geçerliliğini bugün de bütün canlılığıyla koruduğunu düşünüyorum. 
 
Bunlardan birincisi, onun “asgari program” olarak formüle ettiği, yerel meclislere dayalı demokratik bir cumhuriyete, böyle bir cumhuriyetin kurulmasını sağlayacak, halkın rızasına dayalı “demokratik bir halk devrimine” olan ihtiyaçtır. İkincisi, Suphi’nin ikirciksiz savunduğu “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkıdır”. 
 
Bir başka deyişle, “Kürt sorunu” dediğimiz sorunun çözümüdür. Bu sorun çözülmeden demokratik bir cumhuriyetin kurulmasının imkânsızlığının en güçlü tanığı ömrü 100 yılı yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihidir. Kürt sorunu çözülmeden ülkemizin ne dışarıda ne içeride istikrara, barışa, huzura, özgürlüğe kavuşması imkânsızdır. Bu sorunun bir türlü çözülemeyişinin nedeni, “demokratik ve özgür bir Türkiye” istediğini söyleyen muhalif güçlerin ezici çoğunluğunun hayallerinde yaşattıkları “bölünme” korkusudur. Bu korku eksiksiz bir heyuladır ve büyüdükçe kafalarında bu heyulayı yaşatanların demokrasi ve özgürlük talepleri de o kadar güdükleşip, ürkekleşmektedir. Cumhuriyet kurulalı 100 yıla yaklaşıyor ve biz hâlâ demokratik ve özgür bir ülkede yaşayamıyoruz.
 
Mustafa Suphi kaybı Türkiye ve sosyalistlere ne kaybettirmiştir? 
 
Mustafa Suphi’nin kaybıyla gerçek bir enternasyonalist politikacıyı yitirmiş olduk. Suphi, emekçi halkı da ülke yönetiminde söz ve karar sahibi yapacak, doğrudan demokrasinin temel dayanağı olan yerel meclislere dayalı, sosyalizme evrilme imkânına sahip, demokratik bir halk cumhuriyetinin kurulmasını savunuyordu. Onun kaybıyla birlikte komünist-sosyalist hareket uzun yıllar boyunca Kemalizm’in devrimciliğini, çeşitli aşamalı devrim modellerini tartışıp durdu. Mustafa Suphi, ulusların kaderlerini tayin hakkını, “hür milletlerin hür ittihadı” esasına dayalı “Federatif bir Cumhuriyeti” savunan bir liderdi. Onun bu yönünün belleklerden silinmesinin yarattığı tahribatın büyüklüğünün sembolü, TKP’nin Şeyh Sait isyanına ve Dersim katliamına karşı takındığı yüz kızartıcı tutumdur. Ermeni soykırımı konusundaki suskunluğu da buna eklemek gerekir.
 
Mustafa Suphi, dini inanç ve ibadet meselelerini, din eğitimi ve öğretimini her dinden ve inançtan insanların tercihlerine bağlı bir cemaat işi olarak gören, çeşitli dinleri temsil amacındaki ruhanî kurumların devletten ayrılarak cemaat teşkilatı halinde bırakılmasını, laikliği savunan bir liderdi. Aynı zamanda İslâm’la barışık bir komünistti. Onun kaybıyla birlikte, Türkiye komünist ve sosyalist hareketi İslâm’la bir daha hiç barışamadı. Katledilmeyip Ankara’ya ulaşabilseydi ve Bolşevik Partisinin ve Sovyet Rusya’nın desteğini alabilseydi, anti-komünizm daha en baştan “devlet politikası” haline gelmeyebilir, komünizm yasallığa sahip olabilir, her türlü demokrat/ilerici muhalefetin uzun yıllar boyunca “komünizm” suçlamasıyla bastırılması mümkün olmayabilirdi. 
 
Suphi’nin kaybıyla Türkiye, henüz çok dar bile olsa, birinci Meclis’teki muhalefet yelpazesini ve o yelpazeyi genişletme imkânını, demokrasiyi, çoğulculuğu kaybetti.
 
MA / Berfin Karaman – Kadir Güney
 
Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums