CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın: AKP yeni bir bürokratik oligarşi kurdu

CHP Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın: AKP yeni bir bürokratik oligarşi kurdu
7.11.2020 - 15:36
7613

Toplum, “Partiler bizi bu çukurdan kurtarsın” diye bekliyor. Dünya tarihine baktığımızda otoriter rejimlerden çıkış bu şekilde olmuyor, daha yaygın toplumsal aktörlerin de devreye girmesi gerekiyor.

 Serpil İLGÜN / Evrensel

Türkiye tarihinin en büyük hak gaspı düzenlemelerinden biri olarak Meclise gelen ‘istihdam paketi’nin geri çekilmesi için fabrika ve işyerlerinde eylemler yayılıyor. Doların yükselişiyle yoksulluğu da gün gün yükselen, işsizlik ve geçim derdi karşısında sabır telkin edilen emekçiler, bu durumdan kurtulmak beklentisiyle Meclis içindeki tartışmaları, muhalefetten gelen açıklamaları ve pratikleri izliyor. 

Mecliste ‘İstihdam Paketi’ne muhalefet eden partilerden CHP’nin Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Yüksel Taşkın’la istihdam paketini nasıl ele aldıklarını, işsizlik ve yoksulluğa karşı çözüm önerilerini konuştuk. Erken seçim talep eden CHP’nin seçim stratejisini de aktaran Taşkın, HDP ile mesafeli duruş başta olmak üzere CHP’ye getirilen eleştirilerle ilgili sorularımızı da yanıtladı. 

Erdoğan’ın halka yoksulluk karşısında sabır telkin etmesiyle ilgili ‘İktidar, yoksulluğun görünür olmasını istemiyor, yoksulluğu aşmayı değil idare etmeyi istiyor’ diyorsunuz. Peki, CHP’nin bu konudaki çözüm önerisi ne? 

Bir kere hak temelli, kamuyu önceleyen bir sosyal devlet anlayışımız var. Bu tartışmalar hep kaynak meselesine, teknik meselelere indirgeniyor ki bu Özal’ın başlattığı çok ideolojik bir mevzu. Teknikten veya kaynak meselesinden çok, siyasal tercihlerle ilgili bir konu olduğunu, bütçe öncelikleri meselesi olduğunu vurgulamamız lazım her fırsatta. Yurttaşa, oy tercihleri ile yoksulluğu arasında bağ olduğu konusunu yeterince anlatabildik mi? Anlatabilseydik böyle olmazdı. Bugün daha fazla anlatıp, paylaşım meselelerini, sosyal adalet meselelerini daha fazla öne çıkarmayı görev olarak görüyoruz. Türkiye üretim yapan bir ekonomi değil. Dışarıdan gelen kaynakları betona gömen, tüm kaynakları sınıfsal tercihlerle üretken olmayan, istihdam yaratmayan sermayeye aktaran, dolar bazlı servet aktarımı politikaları izleyen bir ülke. Dolayısıyla yapılması gereken üretimi artırmak ama sosyal adaleti öne alan dağıtımı ve bölüşümü de öncelemek. 

Saydıklarınız uzun vadede yapılacaklar. Yoksulluk, işsizlik oranları günbegün kötüleşirken bugün, daha yakın vadede neler yapılabilir? 

Bir kere çok inanılmaz bir ihmal var. Pandeminin olumsuz etkileriyle mücadele için mart ayında ‘sosyal koruma kalkanı’ devreye sokuldu. Bu kapsamda bugüne kadar, yani 7 aylık bir sürede 39 milyar TL ayrıldı. Bu bizim üstümüzdeki ligde olan ülkelerle kıyaslandığında oldukça düşük, örneğin Almanya’nın harcadığı 750 milyar avro. Bu paranın 8 milyarı hariç, gerisi İşsizlik Fonu’ndan geldi. Bu fonda emekçilerin alın teri var. Kaldı ki yine İşsizlik Fonu’ndan 2018’den bu yana 40 milyar TL işverenlere aktarıldı, istihdam yaratılması için. Peki, iki yılda istihdam arttı mı, azaldı mı? Her yıl birer milyon olmak üzere çok ciddi bir şekilde azalmış durumda. Dolayısıyla devletin cebinden pandemi mağdurları için çıkan 8 milyar. Merkez Bankası bu süreçte 66 milyar para bastı, yine bu zorlu süreçte 500 milyar üzerinde vergi toplandı, vergiyi veren biziz, kaynak aktarılmayan yine bizleriz. Fedakarlık yapmayan, har vurup harman savuran ve kaynakları kendi yakın zümresine aktaran bir iktidar söz konusu. Yoksullara da şu söyleniyor; “Erdoğan senin dini inancından, kültüründen geliyor!” Yani kültür mevzuu üzerinden bunu sürdürdüler. Biz bunu kültür alanından çıkarmaya çalışıyoruz. 

Bunlar CHP’nin gerek İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde gerek sorunların çözümü için duyurulan 13 madde içinde de sıralanıyor. Her iki metinde de tartışmaya muhtaç maddeler de mevcut. Ama CHP’nin bu anlatımları sadece basın açıklamaları, iktidara yanıt verme, oranlar açıklama vb. düzeyinde kalıyor, halka ulaşmıyor. Neden bunun dışına çıkılmıyor?

Pandemi üzerinden bazı temaslarımız aksıyor olabilir ama şöyle bir çalışma tarzımız var: Örneğin eğitimle ilgili 30 milyon veli, öğretmenler, öğrenciler bütün bu bileşenlere taleplerini sorduk ve bunu grup konuşmalarımıza taşıdık. Peki, talepleri kim soruyor? Örgütümüz ve milletvekillerimiz. Milletvekillerimiz gerçekten çok dolaşıyor. Ancak AKP’yi de MHP’yi de sokakta görmüyoruz. Yine esnafa gittik. Partisine bakmadan esnafla temas kurup, bütün bu talepleri onların anlatımları üzerinden kurduk. Ardından KOBİ’lerle buluştuk. Tarımla, sağlıkla, yoksul kesimlerle devam edecek bir çalışma içindeyiz. Yani bizim sokakta olmadığımız doğru değil. Bakın bu ülke Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra 150 milyar dolar fakirleşti. 

Oysa tam tersi vadedilmişti… 

Evet, tam tersi. 18 yıldır yoksulların sayısı artıyor, bütün bu kaynaklar çok küçük bir azınlığa aktarılıyor. O kadar irrasyonel bir şey var ki… Aslında otoriter rejimlerin çöküş sebeplerinden bir tanesi de etraflarındaki otoriter bloku besleyemez hale gelmeleri. O bloku tutmalarının nedeni kaynak dağıtabilmektir. Bugün bu iktidar bunu da yapamaz haldedir. Dolayısıyla ben şuna çok inanıyorum, muhalefette bir moral üstünlük var ve sokakta da bunu görüyoruz. Fakat iki şeyi karıştırmamak lazım, çok sayıda muhalefet aktörü -ki, bir aktör çeşitlenmesi var muhalefette- hep demokrasi üzerinden kuruyor söylemini. CHP’nin de şöyle bir şansı var artık, eskiden merkez sağ parti yoktu, karşımızda radikal bir sağ iktidar vardı, (AKP ve MHP radikal sağdır) merkezin ve merkez sağın söylemleri de bizim üzerimizde kalıyordu. Şimdi merkez sağ aktörler var, biz peki kendimizi nasıl farklılaştıracağız? Öyle ya, bizim bu partilerle asgari müştereklerimiz var ama bir rekabet halindeyiz. Çok basit; bölüşüm meselelerini, sınıfsal meseleyi, Türkiye’ye uyumlu bir sosyal ve demokratik ajandayı öne çıkararak yapabiliriz bunu. Muhalefetin moral üstünlüğü dedim ya, CHP’nin çok ilginç bir durumu var sokakta. Kültür üzerinden, hayat tarzı üzerinden bize karşı doldurdukları insanlar bile bizi dinliyorlar, çünkü şu düştüğümüz çukurdan CHP’nin de içinde olduğu, belki de amiral gemisi olduğu bir yapıyla çıkacaklarını gayet iyi biliyorlar bence. 

AVRUPA’YA, ‘BİZ SİZİN İÇİN YENİ ÇİN OLABİLİRİZ’ DENİYOR!

Erdoğan’ın yeni bir ekonomik kurtuluş savaşı verdiklerini belirterek, sabır, metanet telkinini 2023’e kadar uzatmasını nasıl değerlendirirsiniz? 

Bu ekonomik kurtuluş savaşı söylemleri ortaya saçılırken Türkiye Londra’da para bulmak için çok ciddi çabalar harcıyor. Yani kurtuluş savaşı Londra’dan veriliyor! Sadece faiz ödemeleriyle beraber para bulmak için oradaki aktörleri ikna etmeye çalışıyor, Türkiye’nin sermaye bakımından adeta bir cennet olduğuna dair sunumlar yapılıyor. O cennet de iki şeye dayalı; emeğin ucuz olması, esneklik ve Çin’i tehdit olarak gören Avrupa’ya Türkiye’yi pazarlama. Yani biz yeni bir Çin olabiliriz. Bütün bunların hiçbir şekilde bir kurtuluş savaşıyla ilgisi yok, asıl kurtuluş veya yenilenme, demokrasi, adalet ve refah arasındaki ilişkiyi yeniden kuracak bir dönüşümle mümkün olabilir. Dolayısıyla eğer Türkiye düşürüldüğü 4. ligden kurtulmak istiyorsa en başta bu iktidardan kurtulmak zorunda. 18 yıldır “kurtuluş savaşı” veren, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçince bütün sorunlarımızın çözüleceğini iddia eden, eskide kalan bütün sorunları vesayet sistemine bağlayan bu yapı, kendisi yeni bir bürokratik oligarşi kurdu bir kere. Bütün bunların hepsinin çözümü bu iktidardan kurtularak demokrasi ile refah arasında yeni bir bağ kurmaktır diye düşünüyorum. 

İSTİHDAM YASA TEKLİFİ BİR VEYA İKİ HOLDİNGDEN GELDİ

Şu günlerde işçi ve emekçilerin ana gündeminden biri de torba yasaya dahil edilen ‘istihdam paketi’. Güvencesizlik, kıdem tazminatının ve emeklilik hakkının gasbı gibi ağır maddeler içeren paketin geri çekilmesi için CHP nasıl bir yol izliyor?

Siyasi parti olarak CHP sürece sendikalardan daha önce başladı. Biz o torba yasadaki tuzakları gördüğümüzde sendikaları derhal harekete geçmeye çağırdık. Üç konfederasyonun yan yana gelip açıklama yapması daha erken de olabilirdi. İkincisi bu paketi görür görmez Anayasa’ya aykırılık üzerinden ciddi bir çalışma yaptık, o da değerlendirilecek. Üçüncüsü, AKP ve MHP’yi de baskı altına aldık. Şundan, isim vermeyelim ama bir veya iki holdingden geldi bu tasarı, sınıfsal mesele diyorum ya, bu kadar net. Bu holdinglerin böyle bir güvencesizliğe ihtiyaçları var ama bindikleri dalı kesiyorlar aslında, yani günü kurtarma amaçlı. Bu yasa geçerse cumhuriyet tarihinin emek rejimi açısından inanılmaz bir dönüm noktası olacak. 5-10 yıl sonra buraya bakan insanlar diyecek ki, orada hangi aktör nasıl hareket etti? Biz elimizden geleni yapıyoruz, belli bir şekilde kamuoyunu harekete geçirmeyi başardık, sendikalar dahil. Onların teorik olarak bizim harekete geçirmemize ihtiyaçları yok ama bununla yetinmeyip konuyu mümkün olduğu kadar kamuoyu gündemine taşımak istiyoruz. Yani ABD seçimlerine gösterilen ilginin torba yasaya da gösterilmesi için çabalıyoruz. Dikkat edin 25 yaş altı ve 50 yaş üstü diye ikinci sınıf bir işçilik yaratıyorlar, arada kalan kesim sendikalı ise örneğin işverenin onlara muhtaç olmadığı bir emek rejimi doğuyor. Bu çok çok vahim bir şey. 12 Eylül’de bile cesaret edilmemişti. Emekçileri kültürel mevzular üzerinden böldüler, örgütsüzleştirdiler, güvencesiz emek üzerinden böl-yönet stratejisini uyguluyorlar. Geri adım atılması için Meclis düzeyinde elimizden geleni yapacağız. Ama son yıllarda şunu öğrendik, toplum kadın meselesinde olduğu gibi topa girerse, baskı oluşturursa kesinlikle iktidara geri adım attırıyor. Çünkü iktidar çok kırılgan durumda oy bakımından da. MHP’nin de kendine göre emekçiler arasında bir zemini var, yani MHP de yıpranıyor. Dolayısıyla bu mevzuları da kullanarak iktidara geri adım attırmamız gerekiyor mutlaka.

Yüksel Taşkın

Fotoğraf: Yüksel Taşkın'ın arşivinden

EMEKÇİLER DÜZEYİNDE BELLİ BİR FARKINDALIK OLUŞTU

İşçiler ücretsiz izin dayatması ve sendikasızlaştırmaya karşı direniş yapıyor, bir tarafta madenciler yürüyor, toprağına, çevresine sahip çıkan köylüler direniyor, sağlıkçılar haklarını istiyor… İşçi ve emekçiler seslerini duyurmak için Meclise geldiklerinde evet CHP dinliyor, sert açıklamalar da yapıyor ama sokak kısmında neden göremiyoruz?

Aslında bu bir süreç. Mesela şeker fabrikalarının özelleştirme sürecinde enteresan bir şey olmuştu, parti bu işe çok asıldı, bütün Türkiye’yi gezdi. Ama emekçiler açısından beklenen tepki orada oluşmamıştı. Bu belki bizim hatamız, belki doğru iletişim stratejileri kuramadık, çok değişken şeyler olabiliyor. Bugün ise toplumda çok yaygın bir rahatsızlık var, insanlar kendilerine rağmen yapılan tercihlerle yoksullaştıklarının farkında. Bu yasal düzenlemenin de tamamen işveren kesimini rahatlatmak için olduğunu, ama o rahatlamanın getireceği bir istihdamın da olmayacağını görüyorlar. Yani bence emekçiler düzeyinde belli bir farkındalık oluştu. Onu yaygınlaştırıp iletişim diline çevirmede sıkıntı oluyor. Meclis ayağında baskı oluşmaya başladı, bunu biraz daha kuvvetlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Genel Başkanımızın hep vurguladığı bir şey var, örneğin konu sağlık emekçileriyse onların örgütünün ön almasını, bizim de o taleplere destek vermemizi doğru görüyor. Bence de bu doğru bir tarz. Dolayısıyla biz her zaman sokakta bu arkadaşlarımızın yanında olacağız, bir de onların talepleri üzerinden Meclisi kullanmayı sürdüreceğiz. Çünkü iki ayağınız da Meclisteyse hiçbir anlamı yok bunun; bir ayağınızın Mecliste, bir ayağınızın sokakta olması gerekiyor. 

İktidar yoksulluğun görünür olmasını istemiyor ama artık bu bastırılamıyor ve önlerine çıkıyor. CHP erken seçim isteyen bir parti olarak iktidarın bu sıkışmışlığından ve büyüyen tepkilerden niye daha fazla yararlanamıyor?

Şöyle, bizim bu tepkileri görmediğimiz, gidip taleplerini almadığımız gibi bir durum yok. Ancak o tepkiyi gösterenlerin kendi toplumsal hareketliliği veya örgütlü bir varoluşları yok. Örneğin doğrudan esnafa gittiğinizde inanılmaz tepkileri var, fakat çatı örgütlerine gittiğinizde hiçbir şey yok orada. Dolayısıyla esnaf da Ankara’ya geldiğinde bize ulaşıyor, AKP’ye veya kendi derneklerine gitmiyorlar. Toplumun örgütlü hak arama kültürü çok çok zayıflamış durumda. Bu biraz işçi sendikalarında var ama o da biraz sınırlı etkiye sahip. Dolayısıyla aslında enteresan bir şekilde siyasi partilerden dönüştürücü olmalarının beklendiği bir dönemdeyiz. Toplumsal hareketler zayıf, emek hareketi zayıf, öğrenci hareketi yok, üniversiteler sustu ama kitle partileri de doğaları gereği farklı dengeleri taşımak zorunda olan yapılar. 

Nasıl?

Şunu söylemeye çalışıyorum, sokaktan örgütsüz olarak çıkan çığlıkların biraz da demokratik kitle örgütleri gibi örgütlü kesimlerle buluşması lazım. Siyasi partilerin de o alana o şekilde dahil olması gerekiyor. Yani şu anda tepki var ama onun partiler dışında örgütlü ifadesi zayıf. Dolayısıyla biz parti olarak sokağın nabzını yakalayıp ona göre hareket etmeye çalışıyoruz. Ama değişimin salt siyasal partilerden olacağını beklemek ciddi bir yanılgıdır. Bazen aydın kesiminde de görüyorum, diyorlar ki HDP niye şunu yapmıyor veya CHP niye bunu yapmıyor... Falanca parti bunu niye böyle yapıyor da böyle yapmıyor dediğiniz anda aslında o politik tavır değildir. Beğenin beğenmeyin programatik öneriler partilerden geliyor, örgütlü toplumdan, aydınlardan, üniversitelerden entelektüellerden böyle bir siyasal tartışma başlamıyor. Toplum, “Partiler bizi bu çukurdan kurtarsın” diye bekliyor. Dünya tarihine baktığımızda otoriter rejimlerden çıkış bu şekilde olmuyor, daha yaygın toplumsal aktörlerin de buluşması, devreye girmesi gerekiyor. Ama biz sokakta, toplum düzeyinde böyle bir kaynaşma görüyoruz. Ama şunu da unutmayalım, her siyasi partinin kendi ön yargılarından birazcık sıyrılması gereken, örneğin halkı mezhepsel, etnik kimlikler üzerinden bölmeden, eşit yaklaşabileceği bir zemin gerekiyor. Biz o zemindeyiz ama bütün muhalefet partilerinin, bütün aktörlerinin aynı şekilde topluma yaklaşabildiğini düşünmüyoruz. Siyasetin biraz daha yenilikçi ve kendi tabularıyla yüzleşebileceği bir iklim gerektiğini düşünüyorum.

UMUT VERMEYİ BAŞARANLAR KAZANACAK

İşçi ve emekçiler için yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik en önemli sorunlar ve bu sorunların seçimle değişeceği umudunu da yitirdiklerini gözlemliyoruz. Evet anketler iktidarın kan kaybettiğini ortaya koyuyor, ancak CHP oyunda da beklenen düzeyde bir artış görmüyoruz. Durum böyleyken CHP neden erken seçim talep ediyor?

Birincisi, bu ülkeye karşı bir sorumluluk. Üç krizden bahsediyoruz, demokrasi krizi, bunun derinleştirdiği devlet krizi, iktisadi kriz, üstüne de pandemi krizi geldi. Dört alanı da yönetemeyen bir iktidar var. Dolayısıyla seçim bir ferahlama, bir yenilenme yöntemidir, bir. İkincisi, çok ciddi bir kesim, iktidar bloğundan uzaklaşırken şuna bakıyorlar; muhalefet, yani CHP ekonomiyi yönetebilir mi, bizi bu çukurdan kurtarabilir mi? Mesela çok ilginç bir şey CHP’ye kesinlikle oy vermem diyenlerin oranı yüzde 40’lardan 30’lara geriledi. Aynı şey İyi Parti için geçerli. Şunu söyleyemeye çalışıyorum, siyaset için çok olumlu bir zemin oluşuyor.

Peki, bu zemini lehe çevirmek için CHP nasıl bir strateji kuruyor?

Bizim burada yapmamız gereken, bir kere iktisadi krizin derinleşmesi ülkenin daha da fazla yıkıma uğraması demek. Bizim bunu sokakta insanlara anlatmamız gerekiyor. Yani bunun siyasal tercihlerle, bütçenin önceliklendirilmesiyle, ne olursa olsun yeniden üretim ekonomisine geçmekle, üretim güçleri içinde emekçileri saygın bir yerde tutmakla, sosyal devletle birlikte yoksulları da belli bir güvenceye kavuşturmakla olduğunu insanlara anlatıyoruz. İkincisi, kampanya ortamı çok farklı bir ortamdır. Muhalefet moral üstünlüğe sahip olduğu için iktidar bloğu muhalefete aynı şeyleri söyleyecektir, yaftalayacaktır. Ama toplum bunu gerçekten artık “satın almıyor.”  Kampanya etkisiyle muhalefetin ve CHP’nin daha yukarıya çıkacağını düşünüyorum. Üçüncüsü, dikkat edin anketlerde HDP oyları yüzde 8-9 gibi görünüyor ama biz biliyoruz ki 11’den aşağı değil. Dolayısıyla cumhurbaşkanına görev onayı dediğinizde, insanların “devletin başıdır başım belaya girmesin” diye cumhurbaşkanına görev onayı vermeleri ona oy verecekleri anlamına gelmiyor. Korku iklimi evet, ama umut vermeyi başaranlar kazanacaktır.

Bölgesel pilot şehirler seçerek 30-40 milletvekiliyle oralara yüklenerek biz bu işi sokakta dönüştüreceğimize inanıyoruz. Belki yarın öbür gün bildiğimiz muhalif kanalların bile işlemesine izin vermeyecekleri bir zemin olabilir. Peki, bizim tutunabileceğimiz yer neresidir, sokaktır. Dolayısıyla birebir sokakta çalışarak bu seçimleri çevirebileceğimizi biliyorum. Her şeyi iyi yaptığımızı düşünmüyoruz ama stratejimizi doğru kurduğumuzu düşünüyorum. Yani muhalefet açısından değerlendirilebilecek çok fazla olanak olduğunu düşünüyorum. Değerlendiremezsek yine sorumluluk bize aittir.

HİÇBİR MEŞRU MUHALİF AKTÖRLE YAN YANA GELMEKTEN ENDİŞE ETMİYORUZ

‘HP, HDP ile daha yakın bir ilişki kurmaktan çekiniyor çünkü iktidarın kriminalleştirici söyleminin hedefinde olmak istemiyor’ denmekte. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme HDP de ‘evet’ diyor ancak HDP, Deva veya Gelecek Partileri kadar CHP’nin çekim merkezine girmiyor. HDP desteği olmadan seçimin kazanılmasının zorluğunu anımsarsak, CHP neden mesafeyi koruyor?

Onu sadece bize sormamak gerekiyor. Şöyle, bizim muhalefette konuşmadığımız veya bir kriz olduğunda aramadığımız bir parti yok. HDP de buna dahil. Biz hiçbir meşru muhalif aktörle yan yana gelmekten endişe etmiyoruz. Zaten yan yana gelmek aynı olmak demek değildir. Biliyorsunuz bizi hep buradan sıkıştırmaya çalışıyorlar ama bence toplum yerel seçimlerde bunu gördü. Mithat Sancar Hocanın şöyle bir cümlesi var, “Bizim asgari müştereklerde yan yana gelmemiz illa aynı ittifakta olmamız anlamına gelmiyor.” Bir HDP’li, bir Saadet Partili, bir Gelecek Partili, birinci turda seçilme şansı olan cumhurbaşkanı adayına neden oy verecek? Birincisi güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş ve bu toplumun tarihinde ilk defa sivil bir anayasa yapımı konusunda ne vadettiği üzerinden verecek. Bizim hiç kimseyi dışlama, öteleme şansımız, lüksümüz yok. Ve ben bunun mutlaka başarılacağını düşünüyorum. Unutmayalım, yukarıdan toplum mühendisliği girişimleri, aşağıdan sosyolojiye çarpar. Bence CHP bu sorumluluk ve bilinçle hareket ediyor zaten. Biz kesinlikle demokrasi ittifakının mümkün olan en geniş çerçevede olabilmesi için belki pek çok aktörden daha sorumlu davranıyoruz.

REHAVET OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM

Seçim bahsinde ‘nasılsa gidecekler’ algısının CHP ve Millet İttifakı bileşenlerince yaygınlaştırıldığı, bunun da bir umut ve azim yaratmaktan öte bir rehavete yol açtığı eleştirileri için ne söylersiniz?

O konuda bana kızıyor arkadaşlar ama ben asıl rehavetin siyasal parti düzeyinde olmadığını düşünüyorum. Eksiklerimiz vardır mutlaka, İkinci Yüzyıla Çağrı beyannamesi asgari müştereklerde ortaklaşma beyannamesiydi. Genel başkanımız bazen soruyor, “Bununla ilgili farklı kesimlerden gelip şurası olmamış, şurasını şöyle yapalım diyorlar mı?” Dolayısıyla, muhalefetteki siyasal partilerin çeşitlenmesinin nitelikleri bence AKP, MHP ve BBP’den çok ileride, bu bir reailite. Bir rehavet olduğunu düşünmüyorum ama pandemi koşullarına adaptasyon konusunda toplum ve partiler bir sıkıntı yaşadılar. Biz örneğin bu koşullarda sokakta çalışmayı öğrendik. Ben şuna inanıyorum, bu toplum kritik dönemeçlerde çok yaratıcı bir şekilde sahaya iniyor, o yaratıcılığa partiler ayak uydurursa başarı geliyor, ayak uyduramayıp kendi dar çıkarları üzerinden götürmeye çalışırsa o zaman zayıflıyor.

İttifakı bir arada tutmaya harcanan enerjinin, toplumun gittikçe artan kaygılarını siyasallaştırmaya harcanmadığı eleştirisine katılır mısınız?

Böyle bir risk bence var, siz hep matematik yaparsanız 2+2+1 diye, statükocu bir yere savrulabilirsiniz. Demin dedim ki, CHP olarak en geniş demokrasi ittifakını muhafaza edelim diye yer yer belki normalden fazla temkin gösteriyoruz. Eğer bizim gösterdiğimiz temkin biraz abartılıysa, başkalarının duruşunda sorun olabilir. Fakat şuna inanıyorum, siz eğer siyasal aktörler olarak toplumsal muhalefet dinamikleriyle uyumlu hale gelemiyorsanız, yani sokağın gündemini yakalayamıyorsanız zaten siz de statükonun bir parçası olursunuz. Siyasal partiler biraz doğaları gereği muhafazakâr olabiliyorlar, ama toplumla beslenme imkanları bulduklarında kendileri de dönüşebiliyor. Mesela CHP solunda çok güçlü aktörler, hareketler olsaydı belki kendi içinde de çok farklı dönüşümler olabilirdi. Bu bütün olarak bütün aktörler için geçerli. Ben çok fazla siyasal parti odaklı bir muhalefet dünyası iklimi oluştuğunu ondan hep vurguluyorum.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums