- 22.01.2012 00:00
Salı günkü Taraf’taki ilk yazısında Yelda (Eroğlu) konuya dolanmıştı gerçi. Yılmaz Güney’in kızı babasıyla hesaplaşamamışmış yaşarken; e, şimdi Ayşe Arman röportajlı filan kitabıyla, sorununu çözecek.
Yelda’nın hiç de sıradan olmayan (tam tersi) yazılarının: “Sıradan Okur”un bir hasstası olarak, bu gazetede çıkmaya başlamış olmasının içime ne kadar iyi geldiği duygusunu da, paylaşıvereyim sizlerle.
Şimdi bu “babacılık” beni harbiden illet eden bir bağımlılık Sırasız Okur. Hele yurdumuz kadınlarının yüzde seksen beşini pençelerinde gönendiren “babacı kızlık”, hani gözüm değmesin diye içimde şemsiye açacağım mevzulardan.
Anneyle sorun sahibi olmayı (nurtopu gibi), hayatını anneyle didişerek/ itişerek geçirmeyi anlamakla kalmıyorum, bir ömrü de nerdeyse öyle geçirdim. Bütün romanlarımın konusu da elhak, bu sayılır: Anneyle (burdan postalanarak alemle) hesabını görememe. Halledememe.
Dişe diş. Göze göz.
Taşş gibi (çatılmış) Oedipus Kompleksi teorisine karşılık, Freud’un nerdeyse ayıp olmasın/ tahteravallinin karşısı bomboş kalmasın diye çattığını/ tam da ekleri tutturamadığını düşünmüşlüğüm ve hatta yazmışlığım vardır Elektra Kompleksi’ni.
Ve fakat teorilemeler denizine cevizden kayığımızla açılmak yerine, Gülse Birsel’in yeni dizisi Yalan Dünya’nın özellikle ordaki nerdeyse varolmayarak kartopulanan baba figürünün beni gark ettiği düşüncelere bodoslayayım.
Bir kere Yalan Dünya’yı çok başarılı/ çok eğlendirici/ iç açıcı ve de incelikli bulduğumu anında; belirteyim. Yine yeri gelmişken (Bu Yazı da bir nevi Yeri Gelmişler Meyhanesi, pardon, Yazısı’na döndü) ne Telesiyej’i, ne de Ramazan Rasim’i (pek tabiidir ki) yazmadığımı, böyle bir “algılamanın” (bir şaka uğruna) çok sevgili iki arkadaşımın emeklerini çalıyormuşum hissiyatını, ruhumda yankı yankı yazganlattığını–
Gülse Birsel’in daha önceki dizisinde (Avrupa Yakası) Gazanfer Özcan’ın ancak onun gibi Allah’ın aktör olması için yarattığı müthiş doğal ve acayip iyi oyuncuların bu denli hakikileştirebileceği evhamlı, pimpirikli, tutumlu, sağduyulu, müdahaleci ve tam anlamıyla (CHP tipi) muhafazakâr babayı–
Bu dizide Altan Erkekli’nin canlandırdığı: tam da ne olduğu anlaşılmayan, gelgitli, tutucu, muhafazakâr, otoriterimsi, biraz da acınası baba ikame etmiş durumda.
Her iki babanın ortak özelliği bence (aynen CHP gibi) “acınası” oluşları. Ama dışarıdan bakan biri onları öyle değerlendirebilir. Bu iki baba figürünün evin içinde astığı astık/ kestiği kestik bir konumları da var. (Yine aynen CHP gibi)
Yani hep son söz onlara veriliyor. Bu bir “veri”: bir zaruret. Hep “onların” evi yaşanan mekânlar. Eşler/ çocuklar/ torunlar/ damatlar: her kim söz konusu ise o evde yaşayan, bir çeşit “sığıntı”/ “eklenti” konumundalar. (Ya da bitmeyen bir “öğrenci” –öğrencilik hali.)
Bu babaların bu denli pasif/ anal retantif/ basiretsiz/ pısırık/ empotan (ruhen) halleriyle, evdeki esasında dedikleri dedik çaldıkları düdük konumları çok mühim bir çelişki.
Zira “Lan, bu bücük babaya mı bunca boyun eğme?!” oluyor mütemadiyen insan.
Evet! Bu cücük/ bu kafası iyi çalışmayan/ hiçbir zaman da iyi çalışmamış/ taş taş üstüne koymayıp yalnızca ona “devredilenleri” (miras kalanları) hastalıklı bir elisıkılıkla muhafaza etmiş olan bu babaya! Aynen.
Babanın bütün yetersizliğine/ çaresizliğine/ kısırlığına karşı sesli ve sessiz olarak, her daim devvv harflerle verdiği mesaj şu: BURASI BENİM EVİM –BENİM HÜKÜMRANLIĞIM.
Bu yüzden bu babaların diyelim bir Ahmet Necdet Sezer’i, Kılıçdaroğlu’nu, Allah rahmet eylesin Bülent Ecevit’i NE KADAR andırdıklarını sizlere tarif edemem.
Bu kifayetsiz/ modası geçmiş (hiçbir zaman da gelmemiş) inatçı ve pasif agresif babaların, memleketimizin CHP’ye bağlı kemik tabanının babalarıyla olan yakın alâka ve münasebetlerinin hülâsası olduğuna eminim.
Evde babaya sürekli yalan söyleniyor.
Özellikle Avrupa Yakası’nda Aslı da, ağbisi de babaya mütemadiyen yalan söylüyorlardı.
Eşler de öyle: Bu anal retantif adamları pışpışlayıp esasında bildiklerini okuyabilmek için eşler, su içer gibi yalan söylüyorlar.
Damatlar, torunlar, komşular, herkes birbirine mütemadiyen yalan söylüyor. Ve bu kronik yalancılık, hakikatlerle yüzleşip O EVden gitmek yerine/ onca seni bebekleyen/ küçülten/ rezil eden “pozisyondan” vazgeçmek yerine; burjuva rahatına/ konforuna yapışıp evin, mütemadiyen yalan söylemek! Öyle idare etmek. Sürüklemek, sürünerek.
Adeta Türk Burjuvaların aile dinamiklerinin özeti!
Aynı zamanda kemik CHP tabanının Askeriyemizle olan “Babam ne eylese güzel– doğru– iyi eyler. Ben onu sorgulayamam. Yapışırım paçasına” iptilasının da, özeti.
On yıllarca kafamızı diden EN GÜVENİLİR KURUM YÜZDE DOKSAN DOKUZ NOKTA DOKUZ İLE ORDUMUZ! anketlerinin–
Bütün o Cumhuriyet bayramını kutlamıyorlar ha!/ on dokuz mayıs gerzek törenlerimizi yedirmeyiz/ on kasımı neden on kere yapmıyoruz vs. vs. krizlerinin–
Bu ailelerdeki tamamen yalan –dolan ve baba, babaya da babası tarafından enjekte edilmiş “Bu evin sahibi benim! Beğenmiyorsan çeker gidersin” “subliminal”: bir an bile beyinlerden alt yazılarla geçirilmeden edilemeyen mesajın egemenliğinin sonu yok. Hakikaten sonu yok Değerli Romalılar!
Zira, çocuklar güdükleştirilmiş. Hiçbirinin o evlerden (ve de beklenen miraslardan) çekip gidecek hali/ gücü/ mesleği/ onuru/ kaburgası yok.
Diyelim Yalan Dünya’daki (Beyaz’ın çok büyük bir başarıyla canlandırdığı) Rıza da aynen babasının işini/ bayrağını/ düzenini devralıp anal retantif bir baba adayı olarak kendi ailesini kurmanın peşinde.
HEP babanın işinde çalışıyor oğullar/ damatlar. Gerçek anlamda işleri yok.
Gerçek anlamda kimlikleri olmadığı gibi.
Babaya mutlak bağlılık ve beş– yedi yaş çocukları gibi yalnızca vızıldanıp, palavralarla teneffüs çalma hali. Bütün varoluşları bundan; bu sülük babaya bağımlı halden ibaret.
Bu “oğullar” aynı zamanda Cumhuriyet Bürokrasisinin “neferlerine” de bire bir benziyorlar.
Subaylarımız, öğretmenlerimiz, hâkimlerimiz, savcılarımız, bürokratlarımız, diplomatlarımız; alın hepsini, Gülse Birsel dizilerindeki evlatların yerine koyun.
Tüm o anal retantif babaların yerine de onları “yetiştiren”: sığıntı pozisyonunda sonsuza dek “kendi” evlerine yerleştiren Türkiye Cumhuriyeti okullarını koyun, ordusunu koyun, bakanlıkları koyun, hukuk “sistemini” koyun–
Pasif agresif/ babaya ASLA baş kaldırmayan/ hayatı yalan –dolan üstüne kurulu/ bir türlü ergenlikten erişkinliğe geçemeyen milyonlarca adam/ kadın. Hâkim/ savcı. Amiral/ büyükelçi. Mübaşir/ memur.
Babacı kızlar. Babacı oğlanlar.
Hepsi babalarının evinde her daim göze girmeye çalışarak yaşayan birer “sığıntı”.
Kendi evlerine çıkmaktan aciz “arrested development” vakaları.
Babanın ödediği faturaların/ ısıttığı evin/ donattığı sofranın mutlak bağımlıları.
Zavallılar!
Ve fakat yeri gelince Dışarıdakiler’e (Babanın talimatları uyarınca pek tabiidir ki –gaipten de alırlar o talimatları!) zulümde sınır tanımayan korkutucu Zalimler!
Bu memleketin Babaları. Ve onların oğulları. Kızları.
Yorum Yap