- 21.01.2012 00:00
Ne tuhaf bir ülke değil mi Değerli Okur; Hrant Dink “kararının” akabinde, en manalı lafı Azmettirici ediyor.
Yasin Hayal cezaevine götürülürken “Bu karar Türkiye’nin çirkinliğini gösteriyor!” diyor.
Aynen katılıyorum.
Bu Anayasa’yla hukuk olmaz, bu hâkimler savcılarla (en son gelen savcıyı tenzih ederim) adalet olmaz, bu mantaliteyle hakiki demokrasi olmaz. Bunlar yalnızca uzak birer ihtimal olur.
Eşeğin önüne bir sırığın ucunda bağlanan havuçlar gibi; adalet ihtimalimiz olur, hukukun işlemesi ihtimalimiz olur, hakkın yerini bulması ihtimalimiz olur, hakiki demokrasiye kavuşma ihtimalimiz olur –o kadar.
Bu çok düşük ihtimallerin gerçekleşebilmesi umuduyla, havuç bağlanmış sopanın ardından koşar dururuz. (O da: koşanlarımız.)
Yolda taşlara ayağımız takılır, düşer dururuz.
Başımızı vurur, kanar dururuz.
Hrant Dink örgütlü suikastının arkasında yüz yıllık Teşkilat-ı Mahsusa geleneği var; yabana atmayalım! Takdirle, şapkamı çıkartıyorum. Sütten çıkmış ak kaşıklandılar. Bir kez daha. Gözlerimizin içine baka baka. Okumaktan, düşünmekten, tekrarından bunalmışsınızdır –haklısınız.
Ama bu kalemden, bu davayla ilgili son kez, şu verilere bakalım: Hrant Dink’i ölüme götüren mesele, yani ona dair (baş belası Ermeni’ye dair) bardağı taşıran damla, başında olduğu AGOS aracılığıyla Sabiha Gökçen’in–
Yani medarı iftiharımız, göklerdeki kızımız, Atatürkümüzün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunun ilanıdır!
O Sabiha Gökçen’dir ki Baş Kumandan Babasının kızı olduğunu Dersim Katliamı esnasında Alevilerin, Kürtlerin üstüne bomba yağdırarak kanıtlamış, harikulade bir evlatlıktır.
Ne acayip topraklar değil mi? Soykırımla soyu sopu kırılmış Ermenilerden öksüz ve yetim kalmış bir kızı evlat edinip onu başka azınlıkların üstüne bomba yağdırtmak üzere “yetiştiriyorsun”.
Gelelim Gerçeküstücü Kanatta cereyan edenlere:
Atamızın kızı töhmet altındadır!
Genelkurmay “durumdan” (hiç bitmeyen) vazifelerinden birini çıkartır, zehir zemberek bir bildiri kaleme alarak, aba altından ve üstünden sopayı gösterir: Ermeni’yi işaret eder!
Operasyonel gazete Hürriyet, bildiriden önce devrededir: AGOS’ta çıkan haberin yurt sathında duyulmasını sağlamış, böylece Şanlı Genelkurmayımızın ağırlığından yenmeyen bildirisi çıktığında “Nerden çıktı bu bildiri?” denilmesine mahal bırakmamıştır.
Hürriyet-Genelkurmay ikilisinin şeytan üçgenine dönüşebilmesi MİT’in devreye girmesiyle gerçekleşir. İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün makamına çağrılan Hrant Dink; Özel Yılmaz ve Handan Selçuk adlı iki MİT görevlisi tarafından tehdit edilir. “Ayağını denk almalıdır!”
Hrant Dink köşe yazılarından naklen bütün başına gelenleri anlatmakta, suikastına giden kısa ve ince yolda olanları bizlerle teker teker paylaşmaktadır.
Yüce Devlet, Hrant Dink’in hedefe oturtulması, isminin dev bir çarpıyla işaretlenmesi için yeni bir planı devreye sokar: Yıllar önce yazdığı bir yazı YORUM HASTALIĞl ile, meşhuur 301. Madde “kapsamında” soruşturulmaya başlanır. Herrr şey, yoruma sonuna kadar açıktır!
Aa, tabii ki Hrant Dink Türklüğe hakaret etmiştir! Gazete manşetleriyle olay köpürtülür. Hrant Dink’in mahkemesi (sonradan hiç de sivil olmadıkları ortaya çıkan) “sahte sivil” örgütler tarafından basılır. Kerinçsiz, Yıldırım, Erenerol benzerleri yırtınarak Dink’i hedef tahtasının orta yerine gererler.
Ama iki MİT ajanının tehdidi kadar mühim tehdit, bizzat Veli Küçük “kumandanımızın” teşrif ederek Dink’in “Türklüğe hakaret” davasını “şereflendirmesi”, yani Dink’i işaret etmesidir.
Genelkurmay- MİT- Hürriyet Gazetesi, Veli Küçük ve de “sivil” örgütler kisvesi altında derin örgütler: Şeytan Üçgeni beşgenleşmiştir.
İş, birkaç “milliyetçi” çocuğa Dink’i “hallettirmeye” kalmıştır.
Sonrasını biliyorsunuz.
Hepimiz öncesini, sonrasını: tamamını biliyoruz.
Bilip de bir türlü anlayamadığımız Vali Yardımcısı Ergun Güngör hakkında olsun, iki MİT görevlisi hakkında olsun hiçbir işlem yapılmamış olması. (Ha, zaman aşımı!)
Trabzon Emniyet’inden Yasin Hayal’in ağbisi Osman Hayal’i açık ve seçik işaret eden bir ihbar geldiği halde, İstanbul Emniyet’in bu konuda hiçbir şey yapmamış olması.
O denli ki: sonradan “A, biz gidip aradık, baktık; yoktu” dedikleri raporların yalan çıkmış olması! (Raporda yazılan saatte raporda ismi geçen görevliler başka işler yapmaktaymış.)
Dink’in öldürüleceğine dair Trabzon Emniyet’inden gelen resmi yazının işleme konulmamasının bir numaralı sorumlusu olan dönemin (istihbarattan sorumlu) İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şammaz Demirtaş’ın adının hemen hemen hiçbir yerde geçmemesi.
Ailenin başvurusunun değerlendirilmeyip (dönemin) İstanbul Emniyet Müdürü’nden Vali’sine HİÇ BİR YETKİLİDEN HESAP SORULMAMASI. Hepsinin terfi ettirilmiş olması!
Mesela: Şammaz Demirtaş hâlihazırda Uşak Emniyet Müdürü!
TİB kayıtlarının mahkemeye ulaşmasının yıllar ve yıllar almış olması! Osman Hayal’in cinayetteki katkı maddesinin ve olay mahallinde bulunan- görülen diğer şüphelilerin bir türlü araştırılmamış- soruşturulmamış, aksine görmezden gelinmiş olması!
Bütün bunlar cümlemizin adalet kavramını çökerten gerçekler.
Cinayet işlendiğinde jandarmanın muhbiri olduğu, kesin olan, hem jandarma hem polise muhbirlik yaptığı ortaya çıkartıldığı için polisin ıskartaya çıkarttığı Erhan Tuncel’in, ısrarla jandarmanın işin ne kadar da içinde olmadığını savunması, hemen tüm haberlerde (olay esnasında jandarmanın adamı olduğu halde) POLİS MUHBİRİ olarak (ısrarla) anılması –Herneyse Erhan Tuncel beraat etti; jandarmayla yakın alâkasını bunca ısrarla örtmesinin güzel bir karşılığı olmalı.
Sürekli Ertuğrul Özkök’le kıç kıça/ baş başa dolanan/ kankalığa doyamayan; bir zamanlar takma isimle sitesine yazılar yazdığı (a! “siyasi” içerikli değilmiş yazdıkları) Soner Yalçın’la Salomanje toplantılarının baş Pişekâr’ı olarak geyiğin dibine vuran Ahmet Hakan’ın–
Şimdi kalkıp (Yıldız Tilbe’nin “Kürdüm işte; zoruna mı gitti?” cevabından ilhamla) “Ermeni’yim işte; zoruna mı gitti?” lafını (üstelik twitter bahislerine filan girerek!) CNN Türk ekranındaki programında haykırması olsun–
Son yürüyüşe katılıp “Ermeni’yim! Beni vurun!” diye “kahramanlığın” broşürünü “dağıtması” olsun–
“Birkaç gencin heyecanlanmasıdır; anlayalım, empati yapalım”, zırvalarıyla “operasyonel” gasteciliğin İncil’ini kaleme almış bulunan Ertuğrul Özkök’ün unutulmaz eserlemeleri olsun–
“Bu çocuklar Yalnız Kurtlar! Örgüt bağlantısı söz konusu olamaz. Bunları anlayabilmek için Amerikalı Filan Feşmekân’ın Yalnız Kurtlar Teorilemesini benim gibi okumuş olmanız lâzım,” tadında yazılar kaleme almış bulunan hırçın “muhalif” Ruşen Çakır olsun–
Önce: Hrant Dink’i cinayete götüren ideolojik yapılanmanın, köşe yazılarının, manşetlerin, sonra da suikastın HAKİKİ AZMETTİRİCİLERİNİN ortaya çıkmaması/ çıkarılmaması için (cansiperane siper olan) Askerî Vesayet Rejimi Bağımlılarının yıllardır çalıştırdığı sis makinelerinin görülmesi- teşhis edilmesi ve doğru etiketlenmesi lâzım.
Hrant Dink’i İstanbul Vali Yardımcısı’nın odasında tehdit eden MİT görevlisi Özel Yılmaz’ın (ismi de süper –diil mi?) Ergenekon sanığı Bedrettin Dalan’ı “uyararak” yurtdışına kaçmasını temin etmiş olan “görevli” olduğu minik bilgi notuyla, bitiriyorum.
“Ergenekon ihtimali” demiyorum; “Made in Ergenekon- Made by Ergenekon Kafalar!” Hiçbirimizin kuşkusu yok; onların da utanması –diyorum.
Yorum Yap