- 22.12.2013 00:00
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nce açıklanan ve 177 ülkede kamu sektörü mercek altına alınarak hazırlanan 2013 Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde Türkiye 53’üncü sıradaydı. Endeks, ülkelerin kamu sektörünün yolsuzlukla iç içe olduğu algısını ölçen bir sıralama. Dünya Ekonomik Forumu, Dünya Bankası gibi kuruluşların iş dünyası ve uzmanlar düzeyinde yaptığı anketlerden elde edilen yolsuzluk, rüşvet ve devlet ilişkileri verilerinden oluşturulan bileşik bir endeks olma özelliğine de sahip. Türkiye, yolsuzlukla mücadelede herhangi bir ilerleme kaydetmediği gibi OECD Rüşvetle Mücadele Sözleşmesi İlerleme Raporu’nda, sözleşmeyi çok az uyguladığı ya da hiç uygulamadığı belirtilen ülkeler grubunda.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü Başkanı Huguette Labelle, “Mevcut yasal boşluklar ve hükümetlerin gerekli siyasi iradeyi göstermemeleri, hem ülkelerin kendi içinde hem de ülke sınırlarını aşan yolsuzluk olaylarının artmasına yol açıyor. Yolsuzluk yapanların cezasız kalmasına son vermek için çabaların yoğunlaştırılması çağrısı yapıyoruz ” demişti. Türkiye’de daha önce eşi benzeri görülmemiş üç ayrı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, bu açıklamanın önemini bir kez daha göstermiş oldu.
Bakan çocukları, kamu bankası genel müdürü, belediye başkanı, çeşitli bürokrat ve inşaat sektörünün önde gelen birkaç ismi etrafındaki iddialar, 11 yıllık AKP iktidarı icraatlarının bir kez daha kapsamlı ve çok farklı boyutlarıyla sorgulanmasının önünü açtı. Bahsi geçen isimlere yönelik, bizi aslında hiç şaşırtmayan rüşvet vererek, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yetkilerini kullanarak imar usulsüzlükleri, yerel yönetimlerin imara açmadığı arazilerin rüşvetle bakanlık üzerinden illegal olarak imara açılması, Fatih Belediyesi’nin SİT alanındaki arazilerin bakanlığın gücünü kullanarak illegal olarak imar ve inşaata açılması, Marmaray projesine ciddi zarar vereceği hâlde rüşvet karşılığında bazı arsalara imar ve inşaat izni vermek gibi suçlamalar mevcut.
Suçlamalar şaşırtıcı değil çünkü, merkezinde AKP iktidarının, çeperinde giderek semiren TOKİ/ müteahhit işadamı/ bürokratların yer aldığı çevrelerin Türkiye’yi nasıl bir rant ve talan ülkesine çevirdiğinin tanığıyız. Koruma kurullarını, hukuku yok sayan, işine gelmeyen yasaları gece operasyonuyla değiştiren, denetleme mekanizmasını tırpanlayan, Kamu İhale Kanunu’nu delik deşik eden, koruma alanlarını yağmaya açanların tanığıyız. Kentsel Dönüşüm adı altında yoksulu merkezlerden sürerek insan haklarını ihlal ederken, kendi yeni elitini merkeze taşıyanların tanığıyız. Çılgın diye takdim edilen gereksiz rant projelerinin, köprü, otoyol gibi altyapı işlerinin, plansız enerji yatırımlarının nasıl ÇED sürecinden köşe bucak kaçırıldığının, bilimsel raporların, yargı kararlarının nasıl görmezden gelindiğinin tanığıyız. Doğal varlıkların, tarihî, kültürel mirasın yok edilmesine karşı duranların düşman olarak görülmesinin muhatabıyız.
Kentleri dönüştüren aktörlerin suçlamalara konu olanlarla çakışması tesadüf değil. Demek ki, ülke olarak ciddi bir yüzleşmeden ve ortalığa saçılmış olan pisliğin temizlenmesi sürecinden geçmeliyiz. Dürüst siyaset ve kamu yönetiminde daha şeffaf, daha hesap verebilir bir işleyiş için mücadele etmeliyiz. Bunun için atılması gereken çok adım var.
Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonuçlanana kadar, yaratacağı doğa katliamından tutun da finansmanının nasıl sağlanacağıyla ilgili pek çok sorun barındıran çılgın projeleri askıya almakla işe başlayabiliriz. Operasyon, vicdanlarda herhangi bir leke bırakmayacak şekilde tamamlana kadar havaalanı, köprü, otoyol projeleri, büyük çaplı enerji projeleri dondurulsun. Kabinesinin bakanları zan altındaki bir iktidarın, böyle bir süreçte bu projeleri gerçekleştirebilecek yetkinliği ve meşruluğu yoktur.
pelincengiz@gmail.com
Yorum Yap