- 19.10.2011 00:00
İlerleme Raporu, siyasette, toplumda ve AB’de heyecan yaratmadı. Ontolojik krize yol açacak taleplerine rağmen muhalefet suskun. Toplumun heyecansızlığı ise, rapordaki taleplerin kendi taleplerinden daha ileri olmamasından... Brüksel ise kendi derdinde. AB Raporu artık öncü rolünü kaybediyor.
Her yıl geniş tartışmalara konu olan AB İlerleme Raporu’nun bu yıl gerek medyada gerekse entelektüel camiada eski çekiciliğini kaybettiği görülüyor. Sabah Gazetesi’nden Ömer Taşpınar’ın değerlendirmesine bakılırsa, bu heyecan yalnızca Türkiye’de değil, AB’de de kaybolmuş durumda. AB’ye içeriden sert eleştirilerin yöneltiliyor oluşu, rapordaki övgülerin çokluğu, 2010 değişikliklerinin yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı için ileri bir adım olarak tasnif edilmiş olması, eleştirilerin muhalefet için etkin imkânlar sunmuş olması gibi birkaç yıl önce gündemi meşgul edebilecek veriler heyecan yaratmıyor. Rapor, Balyoz ve Ergenekon davalarının demokratikleşme için bir şans olmakla birlikte, davaların yürütülme şekli ve savunma haklarının kısıtlanmasının, diğer yandan KCK davalarına yönelik olarak seçilmiş siyasetçilerin tutuklanmasının yerel yönetimler ve Kürtlerle diyalog bakımından sorunlara neden olduğu ifade ediliyor. 12 Haziran seçimlerinin sağlıklı bir şekilde yapıldığı ve üçte ikisinin yenilendiği belirtilirken, diğer yandan gayrimüslim ve engelliler dâhil olmak üzere meclisin sosyal temsiliyet açığı yaşadığı vurgusu yapılıyor.
Kamu denetçiliği ve asker sivil ilişkilerinde ileri adımların atıldığı belirtilirken, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yönelik herhangi bir adımın atılmadığı, bürokrasinin azaltılamadığı, YAŞ kararlarındaki yargısal denetim açığı, Sayıştay denetiminin ordu üzerinde hukukilik denetimiyle sınırlı tutulmuş ve TSK’da yapısal reformların yapılmamış olması olumsuzluklar sıralanıyor.
Yeni Anayasa vurgusu
Yargı alanında da 2010 reformuyla ilerlemelerin sağlandığı ancak yargı etkinliğinin sağlanamadığı, Anayasa Mahkemesi’nde yüksek yargı mensuplarının ağırlığının devam ettiği, TBMM’nin mahkemenin oluşumu üzerindeki etkisinin yetersiz olduğu, HSYK’nın oluşumuna ise hiçbir surette katılamıyor olduğu eleştirisi yöneltiliyor. Bu şekilde rapor, yapısal değişiklikler konusuna dikkat çekmeye çalışıyor. Bu bağlamda en dikkat çekici vurgu ise yeni Anayasa konusuyla ilgili. Rapora göre yeni bir Anayasa, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunmasına saygıyı güvence altına alan kurumların istikrarını pekiştirecek ve Kürt sorunu dâhil, uzun süreden beri var olan sorunları çözecektir. Bu vurgu, “tüm siyasi partiler ve sivil toplum dâhil edilerek, mümkün olan en geniş katılımın sağlanması konusunda gereken titizliğin gösterilmesi gerektiği” uyarısıyla sonuçlanıyor.
Raporun, en azından siyasal sistem ve yargı kısmı itibariyle olumlu ve olumsuz unsurlar sıralanmak suretiyle dengeli olmasına özen gösteriliyor.
Heyecan uyandırmamasının nedenlerinden birini raporun dengeli oluşunda arayabiliriz. Ancak bu durum gerek muhalefet, gerekse iktidar bakımından politikalarının kararlılığının bir ifadesi olarak algılanabilirdi. Bunu göremiyoruz.
Muhalefet bakımından bunun anlaşılabilir nedenleri var. Zira muhalefetin işine yaraması beklenen eleştiriler, esasa ilişkin değil. Diğer eleştiriler ise muhalefetin sahip olduğu yüz yıllık paradigmayla çatışıyor. TBMM’nin AYM ve HSYK’nın oluşumuna daha fazla katılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve merkeziyetçi bürokratik yapının tasfiyesi, TSK’nın şeffaf sivil denetime tabi tutulması ve anayasal düzenin şoven unsurlardan arındırılması talepleri muhalefette ontolojik krize yol açacak cinsten. Peki, iktidar bakımından neden heyecan uyandırmıyor? Bunun kimi örtülü, kimi açık birçok nedeni olabilir. AB üyelerinin tutumu görünür bir neden olabilir. Kıbrıs’ın dönem başkanlığını üstlenecek olması, Sarkozy-Merkel ikilisinin hayırcı tutumu heyecansızlığın gerekçesi olarak sunulabilir.
Toplumun heyecanı
Burada derin bir nedene işaret etmek daha doğru: Raporda görülen eksikliklerin, son 5 yılda demokrasi ortak paydasında buluşan, dindar, liberal, sol ve muhafazakâr toplumsal dinamiklerin ısrarla talep ettikleri, ancak iktidarın çeşitli nedenlerle atmaktan çekindiği veya atmaya karar verdiğinde içeriğinin Ankara bürokrasisi tarafından boşaltıldığı adımlara işaret ettiği çok açık. Toplumsal taleplerden çok Ankara’nın merkez bürokrasisinin sahip olduğu devlet aklını ve 100 yıllık geleneğini referans aldığı sürece, gerek toplumdan gerekse AB’den gelecek reform taleplerinin hükümette heyecan uyandırması mümkün olmayacaktır. Ancak toplumun heyecan duymamasının nedeni daha farklı ve önemli. Rapordaki talepler toplumun kendi dinamikleriyle dile getirdiği taleplerden daha ileri değil. Demokratik toplumsal dinamiklerin uzun süredir dile getirdiği taleplere henüz yer veriyor. Özellikle yapısal reform ilk defa bu kadar öne çıkmış gözüküyor. Bir bakıma toplumun gerisinde ve yalnızca olumlayıcı bir etkiye sahip. Artık öncü rolünü kaybediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından asli aktör olmaya başlayan toplumda özel bir heyecan uyandırması mümkün gözükmüyor. AB sürecinin hedefi de bu olduğuna göre bunda sorun yok.
Asıl sorun, Türkiye’deki siyasal aktörlerin heyecansızlığında. Zira onların toplumun gerisine düşmeleri, anayasa yapımı açısından risk yaratıyor.
Yorum Yap