- 20.09.2014 00:00
Ahmet Recai Seçkin ideolog olarak vesayetçi paradigmanın yargı ve hukuk üzerinden inşasını tamamlayan çok önemli bir figür idi.
1960’a kadar Yargıtay Başkanlarını Bakanlar Kurulu atıyordu. 27 Mayıs Darbesi’nin hemen ardından atama işini devralan darbeciler Ahmet Recai Seçkin’i Yargıtay başkanı olarak atadı. Onun döneminde Yargıtay’ın daire başkanları dâhil altıda birinin görevine son verildi. Adli yargı hakim ve savcılarının yine altıda biri ve Danıştay’ın yarıdan fazlası meslekten uzaklaştırıldı. Bazı hukukçu-gazeteciler Seçkin’i büyük hukukçu olarak satmaya çalışsalar da, bu büyüklük darbeye karşı çıkmak yerine, darbenin ideolojisini üretmede, Yargıtay’ı bu ideolojiye uygun sevk ve idare etmede ve darbe anayasasının yargıya ilişkin kısmının fikir babalığını yapmada kendini gösterdi.
Öyle ki Cumhuriyet, hatta Osmanlı tarihinde ilk defa bir devlet başkanı, ki bu da 27 Mayıs Cunta Lideri Cemal Gürsel oluyor, Yargıtay’ı ziyaret ediyor; Cuntacıları tarafından Yargıtay Başkanlığı’na atanan Seçkin de “Pek Sayın Generalim, vazifeye başladığınızdan beri yaptığınız ilk ziyaretin, benim birinci başkanlığa tayinim vesilesiyle Yargıtay’a yapılması, adalete ve hakimlerimize karşı olan duygularınızı pek güzel belirtmektedir... Bu manalı olayın devletimiz tarihinde yeni bir çağın, gerçek hukuk devleti çağının başlangıcı olmasını ve bu anlayışın bundan sonraki tarihimiz boyunca sürüp gitmesini, bütün varlığımla dilerim” sözleriyle kendisine hoşamedi ile mukabele ediyordu. Seçkin’in o konuşmasındaki “Ve bu mahiyette bir ziyaret, gerek Osmanlı tarihinde, gerekse Cumhuriyet tarihinde ilk defa vuku bulmaktadır” tespiti, darbeciler ile yargı arasındaki ontolojik ilişkiyi çok iyi ortaya koyar.
Elbette Yargıtay Ceza Genel Kurulu da Milli Birlik Komitesini “Yasama Organı” olarak takdis etme nezaketini esirgemeyecekti.
Pek kimsenin bilmediği bir noktaya da burada değinmek gerekir: Darbeden sonra İstiklal Mahkemeleri benzeri “İnkılap Mahkemeleri” kurulması hakkında kanun çıkarılır. 22.8.1960 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 18.8.1960 tarih ve 62 sayılı Kanuna göre “Bakanlar Kurulunca gösterilecek lüzum üzerine, Türkiye Cumhuriyeti Milli Birlik Komitesince yeteri kadar sabit veya gezici İnkılap Mahkemeleri kurulur.” Bu mahkemelerin kurulacakları yerler ile üyeleri yine Milli Birlik Komitesince belirlenecekti (Md. 1 ve 2). Kararları kesin olacak, yani Yargıtay’da temyiz edilemeyecekti. Ayrıca hakimleri tarafsızlığını kaybetti diye reddedilemeyecekti (Md. 7).
Ancak Bakanlar Kurulu bu “lüzum”u bir türlü göstermedi ve bu mahkemeler fiilen çalışmaya başlayamadı. Osman Doğru bu durumu “Adli yargı yerlerinin bu lüzumu karşıladıkları” görüşüyle açıklar. Ki tamamen katılıyorum.
Tasfiyelerden sonra homojenleşen yargı bir bütün olarak militanlaşma eğilimi içine girdi. Militanlaşma düzeyi 30’lu ve 40’lı yılları bile geride bıraktı.
Seçkin’den boşalan Yargıtay Başkanlığı’na seçilen İmran Öktem’in yaptığı ilk adli yıl konuşması “rafine ideolog”luktan, “vulgermilitan”lık aşamasına geçişin tipik örneği sayılır.
İmran Öktem Yargıtay’ın, Yargıtay üyelerince seçilen ilk başkanı. Ama takdir edersiniz ki, 27 Mayıs darbesine sempatiyle bakmayan tüm yargıçlar meslekten uzaklaştırıldıktan sonra geride kalan meslek erbabı arasında yapılacak bir “demokratik (!)” seçimden çıkacak başkan, pekâlâ darbecilerden daha darbeci olabilir. Belli bir meslek dünyası şu veya bu şekilde homojenleştikçe, orada ortaya çıkacak iradenin demokratikliği ancak bu kadar olur. Böyle bir heyetin yaptığı 1961 Anayasası da bu yüzden çok farklı değil. Bu anayasaya “özgürlükçü” derken bazı büyük anayasa hukukçusunun yüzü kızarmasa da bu böyle.
Bu girişten sonra İmran Öktem’in 1966 tarihli konuşmasına geçelim. Ve vulger militanlığı hayretler içinde kalarak izleyelim.
Sonraki yazıda elbette...
Yorum Yap