- 16.08.2014 00:00
Yeni tartışmamızın adı bu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından, siyasetten akademisyenlere ve gazetecilere kadar geniş bir yelpazede Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta seçilmesiyle birlikte başbakanlığının düştüğüne yönelik görüşler ileri sürülüyor.
Bazı kesimlerin motifinin ne olduğu ve uzun süredir bu doğrultuda hazırlık yaptıkları malum.
Biz meselenin hukuki boyutuna bakalım.
Anayasanın 101. Maddesi’nin son fıkrası “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” diyor.
Anayasanın 103. Maddesi’nin sondan bir önceki fıkrası ise “Cumhurbaşkanı göreve başlayana kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder” diyor. Yasanın açık lafzını bu şekilde okuduğumuzda “seçilme” ve “göreve başlama” şeklinde iki farklı kavramın kullanıldığı ve bu iki farklı kavrama farklı sonuçlar bağlandığını söylememiz gerekir.
Konuyu bu şekilde sadece lafzıyla değerlendirdiğimizde şu sonuç ortaya çıkıyor: Erdoğan ilk turda seçildiği için Anayasanın 101. Maddesi uyarınca milletvekilliği düşer. Düştüğü için hükümet de düşer. Genel başkanlığı da düştüğü için Türkiye hükümetsiz, AK Parti de başkansız kalır.
Durum tespitine devam edelim.
Seçilen kişi göreve başlamadığı için Cumhurbaşkanı değil. Cumhurbaşkanı olarak seçildiği bir vakıa. Lakin ona hukuki anlamda Cumhurbaşkanı demek için, o kişinin Anayasanın 103’üncü maddesinde öngörülen yemini etmiş ve kendisine seçim mazbatasının sunulmuş olması gerekir.
Yani şu an itibarıyla Erdoğan olgusal olarak Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş olmakla birlikte hukuki anlamda Cumhurbaşkanı henüz değildir. Cumhurbaşkanı olarak imza atamaz, atama yapamaz, yasaları Meclis’e iade edemez, Anayasa Mahkemesi üyesi atayamaz.
Peki kimdir?
101. maddeyi sadece lafzi olarak yorumlarsak, 15. Ağustos itibarıyla artık milletvekili, başbakan ve parti genel başkanı da değildir.
Cumhurbaşkanları Meclis tarafından seçildiği dönemde, yani Cumhurbaşkanlarının meşruiyeti zayıf ve dolaylı iken seçilseydi böyle bir durum ile karşı karşıya kalmayacaktı. Yine 10 Ağustos’ta seçilemeyip, ikinci tura kalmış olsaydı yine sorun doğmayacaktı.
Yani bir siyasi partinin genel başkanı ve başbakan olan kişinin, Meclis tarafından seçildiğinde veya ancak ikinci turda güç bela seçildiğinde karşılaşmadığı bir sonuç, bu kişi halkın büyük bir teveccühü ile ilk turda seçildiği ve meşruiyetinin çok daha güçlü bir şekilde toplum tarafından onaylandığı vakit ortaya çıkıyor.
Meşruiyetinin zayıf olduğu dönemde kendisinden esirgenmeyen güvenceler, meşruiyeti daha güçlü olduğu vakit kendisinden esirgeniyor. Ona “artık milletvekili ve Başbakan değilsiniz” denebiliyor. Cumhurbaşkanı da olmadığı için milletvekiliyken sahip olduğu tüm güvenceleri kaybediyor.
Anayasa kurallarını demokratik başarıları cezalandırma yönünde yorumlamak hukukun nihai amacı olmasa gerek.
Elbette Anayasanın 101. ve 103 maddelerinin lafzı yorumundan böyle bir teknik sonuç çıkarılabilir.
Lakin Cumhurbaşkanı seçilenin milletvekilliğinin düşmesinin amacı, Cumhurbaşkanlığı ile milletvekilliğini ayrı tutmaktır. Yani yasama işlevi ile Cumhurbaşkanlığı aynı kişide birleşemez. Tarafsız olması gerektiği için de parti lideri olamaz. Buna yasama bağdaşmazlığı da diyoruz.
Cumhurbaşkanı olarak seçilen, hukuken cumhurbaşkanı olmadıkça bu kuralların amacına aykırı bir durum ortaya çıkmaz. Bağdaşmazlık sorunu doğmaz. Milletvekilliğinin düşmesini zorlayacak bir gerekçe kalmaz. Kalmadığı için de anayasa kurallarının, amacı anlamsızlaştıracak şekilde yorumlanması isabetli olmaz.
Hukuk kuralları kamu yararını gerçekleştirmek; kurumlara ilişkin kurallar da bu kurulların işleyebilmesi amacıyla konur. Örneğin hiçbir anayasa hükmü Meclis çalışmasın, kanunlar çıkmasın, ülke parçalansın vs diye konmaz. Aksine bir iddia saçma olur. Aynı şekilde hukuk kuralları, kurumlar çalışmasın, hükümet düşsün veyahut Cumhurbaşkanlığı makamı sürekli boş kalsın diye yorumlanmaz.
Bu yüzden hukuken henüz Cumhurbaşkanı olmamış Erdoğan’ın milletvekilliğinin düşmesi, anayasal kuralların amacı olmaz.
Yorum Yap