- 30.07.2014 00:00
Geçen cumartesi Anayasa Mahkemesi’nin HSYK kararına ilişkin önemli bazı hususlar bu köşede değerlendirilmişti.
Bu bağlamda dava dilekçesinin CHP (Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY ve Muharrem İNCE ile birlikte 127 milletvekili) imzası taşısa da, CHP tarafından hazırlanmadığı kanaati okuyucuyla paylaşılmıştı. Bu konuya ilişkin bir açıklamaya henüz rastlamadık.
İkinci olarak mahkemenin karar gerekçesinde 2010 yılında anayasayı ihlal etmek suretiyle aldığı ve hukuken yok hükmünde olan kararından hiçbir açıklama yapmadan vazgeçtiği bilgisi paylaşılmıştı. Gerçekten de mahkeme 2010 yılında “demokratik hukuk devletinde kabul edilemez” olarak nitelendirdiği “tek oy tek aday” tercihini bu defa “demokrasinin bir gereği” ve “yasa koyucunun takdir hakkının bir parçası” olarak nitelendirmişti. Mahkeme bu kararıyla 2010 yılındaki tutumunun anayasaya, hukuka ve demokrasinin temel ilkelerine aykırı olduğunu ikrar etmiş oluyor. Ancak yargıda çoğulculuğu engelleyen bu kararın sonuçları ortada. Yargı gayrimeşru bir örgüt tarafından felce uğratılmış durumda. Anayasa Mahkemesi 2010 tarihli kararıyla bu örgütün yargıya hâkim olmasına imkân sağladıktan sonra, şimdi de “özür” mahiyetinde iptal kararları verirken yine aynı gayrimeşru ve demokrasi karşıtı örgütün Türkiye’nin hayati kurumlarından sökülüp atılmasını zorlaştırmış oluyor.
Anayasa Mahkemesi elbette anayasaya uygun karar vermek zorunda. Ancak örgütün yargıya hâkimiyetini “Anayasaya aykırı bir kararıyla” mümkün kıldıktan sonra, aynı örgütün tasfiyesinde hukuku ve anayasal ilkeleri hatırlamasının “tarihsel bir sorumluluğu ve günahı” ortadan kaldırmadığını da not etmek gerekir.
Mahkeme kararında dikkat çekici diğer bir husus ise teftiş kurulu başkan ve üyelerinin atanması ve çalışmasında HSYK başkanına yani Adalet Bakanı’nın etkinleştirilmesinin “hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkelerine aykırı” olarak görülmesidir. Mahkemeye göre bu durum “yürütmenin etkisini artırdığından” kabul edilemez.
Bağımsız bir yargı kurumunun oluşturulmasında amaç, toplumun adalet beklentilerinin tatmin edici bir şekilde karşılanması, bu yolla bir bütün olarak siyasal düzenin meşruiyetinin sağlanmasıdır. Bağımsızlık başlı başına bir değer değildir, bağımsızlık maskelenerek, toplumun adalet beklentileri yerine başka gayrimeşru odakların çıkarlarının tatminine yönelinmesi kabul edilemez. Bu bağlamda ne “yargı bağımsızlığı”, ne “erkler ayrılığı” ne de “hukuk devleti” kavramları nihai amaçtır. Bu kavramların tamamının nihai bir amacı vardır: Ait olunan toplumun adalet beklentilerinin karşılanması, ülkede demokratik bir işleyişin mümkün kılınmasıdır.
Mahkemenin iptal kararındaki gerekçeye bakılırsa hukuk devletine uygun olan durum şu: Hâkimler hakkında hem soruşturma açılması, hem soruşturmanın yürütülmesi, hem de ardından hakimler hakkında karar verilmesi yetkilerinin tamamı tek bir organa verilmiş olacak!
Yani HSYK bir hâkimi hem suçlayacak, hem onun aleyhine soruşturma açılmasını sağlayacak ve bunu yürütecek, hem de o hâkim hakkında karar verecek. Diğer bir ifadeyle HSYK aynı olayda hem savcı hem de hâkim rolü üstlenecek!
Buna hukuk devletinin bir gereği dersek, hukuk devletini unutun gitsin.
Zira eğer savcı iseniz, tarafsınız ve hâkim olamazsınız. Suçluyorsanız, kanaatiniz hasıl olmuştur. Dolayısıyla yargılayamazsınız. “Nemo iudex in sua causa” (hiç kimse kendi davasının hâkimi olamaz), aynı zamanda, hiç kimsenin tarafı olduğu bir uyuşmazlığın hâkimi olamayacağını söyler.
Mahkeme, kendisinin 50 yıllık karanlık geçmişindeki klişeleşmiş “hukuk devleti” ve “yargı bağımsızlığı” anlayışından sıyrılabilseydi, muhtemelen buradaki çarpıklığı görebilirdi.
Ve bu şekilde Anayasanın 159. Maddesi’ni daha demokratik bir “erkler ayrılığı” anlayışına göre yorumlama yolunu tercih edebilirdi.
Ancak etmedi...
Yorum Yap