- 12.07.2014 00:00
İhsanoğlu seçim bildirgesini pazartesi kamuoyuyla paylaştı. İçinde pek çok çelişkiyi barındırsa da genel mesajları itibarıyla klasik parlamenter bir sistem tasavvuruna uygun bir cumhurbaşkanı arzusunu çağrıştırıyor. Ancak burada temel sorun şu ki, mevcut anayasanın cumhurbaşkanının hak ve yetkilerini tanımlayan maddelerine göre böyle bir cumhurbaşkanı yok. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte parlamenter sistem tasavvurundan hukuki ve siyasi olarak ciddi bir şekilde uzaklaşmış durumdayız.
Bildirgenin kendi içinde bir mantığı var. Ancak yüzü geçmişe dönük. Daha çok bir kaçışın ifadesi...
“Eski güzel günler” psikolojisiyle yürütülecek böyle bir kampanyanın toplumda ne kadar karşılık bulacağı sorusu, toplumun “eskiye dönme” konusunda ne kadar arzulu olduğu sorusuna verilecek cevabın içinde olacak. Bunun sonuçlarını göreceğiz.
Lakin bu psikolojinin en gerçekçi yanı, Ali Bayramoğlu’nun da dünkü yazısında ifade ettiği gibi, anti-Erdoğan tepkilerini kucaklayıcı bir mahiyet arz etmesi...
Erdoğan’ın dün açıkladığı vizyon belgesi ise daha çok 1982 Anayasası’nın ortaya koyduğu geniş yetki ve görev demetine “halk tarafından seçilme”nin sağlayacağı güçlü demokratik meşruiyet katkısının ortaya çıkaracağı yeni siyasal durumu dikkate alıyor ve ona uygun bir yol haritası ortaya koyuyor.
Geçerli psikoloji şu: Geçmiş, çok sorunlu. Sorunlarımızın kaynağında o geçmiş var. Ona dönüş olmaz. Cari durumu en iyi şekilde nasıl değerlendirelim ki, daha iyi bir yarına doğru rasyonel ve meşru imkânlar ve kanallar açılmış olsun.
Belge, geçmişin yüceltilmesi veya reddi üzerinden değil, bugüne ve geleceğe dönük bir siyasal vizyona işaret ediyor. Yani geleceğin meydan okumalarına cevap arayışı bu belgeye hâkim. Gerçekten kaçıp nostaljiye sığınma değil, gerçekle ve yeni meydan okumalarla yüzleşme iradesi oldukça net.
Vizyon belgesinin içeriğine gelince; yetkilerin anayasal çerçevede etkin bir şekilde kullanılması ve yeni anayasal teamüllerin doğması üzerine kurulu bir bakış açısı var. Zira 1982 Anayasası Cumhurbaşkanını geleneksel parlamenter sistemden farklı bir misyon ve yetkilerle donattı.
Lakin demokratik meşruiyetin dolaylı oluşu, bu yetkilerin kullanıcıya ya krizlere yol açtı; ya da cumhurbaşkanları ile hükümet ve dolayısıyla Meclis arası ilişkilerde siyaseten geri çekilme biçiminde anlaşılabilecek teamüller üretti.
Doğrudan halk tarafından seçilmekle eksiksiz demokratik meşruiyete sahip kılınmış bir cumhurbaşkanı ile birlikte, yukarıda belirtilen teamüllerin geçerliliğini devam ettirmesi imkânı ortadan kalkmakta ve yeni teamüllerin doğması ihtimal dâhiline girmektedir. Etkin ve çalışan cumhurbaşkanı beklentisi bu gerçeğe dayanıyor.
Diğer çok önemli bir başlık da toplum, devlet ve din ilişkilerine özgülenmiş durumda.
Yüz yıllık jakoben anlayışın zehirlediği laikliğin daha özgürlükçü ve demokratik içerikle yeniden tanımlanıyor. Bunun yakın zamanda Anayasa Mahkemesi’nin verdiği başörtüsü kararındaki evrensel kriterlere uygunluğu ve paralelliği dikkat çekicidir.
Diğer çok önemli bir başlık ise yeni anayasaya ilişkin...
Buradaki en çarpıcı ifadeler 1921 Anayasası’na yapılan referanslarda dikkati çekiyor.
"Oysa 23 Nisan 1920 Meclisi bu toprakların ilk demokratik, katılımcı, ademi merkeziyetçi anayasal düzenini inşa etmişti. Hiçbir etnik ayrıma dayanmayan, ideoloji barındırmayan, milletin iradesini siyasal işleyişin merkezine yerleştiren, merkez ile yerel arasında demokratik bir denge kuran bu anayasa, tam anlamıyla bir toplum sözleşmesi mahiyetindeydi."
Geçmişe dair bu referansın ardından,yeni anayasa şöyle tanımlanıyor: "Yeni anayasa yeni bir gelecek demektir. 77 milyonun tamamının özgürce paydaşı olacağı bir anayasa demektir. Geçmiş deneyimlerden sonuçlar çıkarmalı ve olumlu kazanımları muhafaza etmelidir. Millet siyaset kurumuna inşa emri verirken, 21. yüzyılı doğru okumamızı ve ona hazırlıklı bir inşa gerçekleştirmemizi beklemektedir."
Devam edeceğiz...
Yorum Yap