- 12.03.2014 00:00
1923'te Almanya'da Hitler ünlü Birahaneler Darbesi'nin ardından birkaç general, birkaç yüksek yargıç ve bürokrat ile tutuklanmış, ardından Münih Halk Mahkemesi'nde yargılanmaya başlanmıştı.
Bu yargılama Hitler'in şovuna imkan sağlayacak şekilde yürütülmüş, sonuçta Hitler'in Festungshaft denilen yüksek statülü "şerefli" sanıkların tutulduğu bir hapishanede çekmek üzere beş yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla sonuçlanmış, dokuz ay sonra da serbest bırakılmıştı. Hitler bu şovun ardından hapishaneden çıkarken bir kahraman olarak karşılanmıştı.
-
Anayasa Mahkemesi'nin Ağustos 2013'te verdiği karar ile tutukluluk süresinin beş yıl ile sınırlandırılması zorunluluğu, nihayet yasal bir temele kavuşturuldu. Bu da yetmedi. Meclis, Cumhuriyetin kuruluşundan beri siyasal muhalifleri sindirme pratiğinin bir uzantısı olan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'ni (ÖYM) bütünüyle ortadan kaldırdı. Böylece Türkiye yargı düzeninde "doğal hakim" ilkesine aykırı bir mahkeme türü neredeyse kalmadı diyebiliriz.
Önemli bir saptama da, ÖYM'leri kaldıran ve uzun tutukluluk sorununa çare üreten siyasal irade, bu mahkemelerden ve uzun tutukluluktan en az etkilenen, dolayısıyla çıkarı en az olan irade. Bu iradenin Cumhuriyet tarihinde demokratikleşme ve adil yargılanma konusunda en ileri reformlara imza attığı tartışılmaz.
Toz duman ve gürültüden görülmese de öyle. Tutukluluk meselesini öncelikli siyasal hedefi gören muhalefet ise, bu gelişmeleri borçlu olduğu hükümete karşı kendi tarihinin amansız ve hukuksuz savaşlarından birini açmış durumda.
Üstelik en fazla şikayet ettiği ve tüm olumsuzlukların müsebbibi olarak gördüğü bir derin yapılanma ile ittifak kurmaktan çekinmeden...
Felaketlerden "demokrasi talebi" gibi ders çıkarma kaygısı gözükmüyor, şimdilik.
Diğer bir nokta, kanun ile kaldırılan İstanbul 13. ÖYM'nin kanuna meydan okuyarak parlamento iradesini tanımaması, ayrıca söz konusu yasayı Anayasa Mahkemesi'ne taşıma iradesini ortaya koyması.
Bu mahkemeler ezelden beri var olan kurumlar değil. Kanunla kuruldular, kanunla da kaldırılırlar. ÖYM'leri kaldıran kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte "13. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi" diye bir mahkeme yok artık. Yoksa o kanun ile ilgili bir yorum ve değerlendirme yapma imkanı yok. Tahliye kararı verme yetkisi de, kanunu Anayasa Mahkemesi'ne taşıma imkanı yok.
Zira Cumhurbaşkanı, Meclis ve ana muhalefet meclis grubu dışında mahkemeler de bir kanunu Anayasa Mahkemesi'ne taşıyabilir. Ancak bunun için görevli ve yetkili bir mahkemenin var olması, elde bir davanın görülüyor olması ve tartışma konusu kanunun o davada uygulanıyor olması gerekir.
Hal böyle olunca böyle bir iddiayı gündeme almak ve tartışmak dahi abes.
Ama yargıda bazı unsurların hangi motiflerle hareket ettiğini göstermesi bakımından oldukça ilginç.
-
En son nokta ise tutukluların tahliyesi meselesinden kahramanlık hikayesi çıkarma çabaları. Bir kere Anayasa Mahkemesi'nin Balyoz ve Ergenekon davaları çerçevesindeki kararlarının hiçbiri davanın esasıyla ilgili değil. Bu kişilerin suçsuzluklarını ve verilen mahkumiyet kararlarının hatalı olduğuna ilişkin hiçbir ifade içermiyor. Meclis'in kabul ettiği ve 6 Mart'ta yürürlüğe giren kanun uyarınca tutukluluğun beş yılla sınırlandırılması ve buna dayalı olarak verilen tahliye kararları da bir "beraat" kararı değildir. Yargılamalar aynen devam ediyor. Tahliye edilenler hakkında mahkumiyet kararı verildiğinde, bunların hapse gireceğinden kuşku bulunmamaktadır.
Meclis çıkardığı kanun ile darbeyi suç olmaktan çıkarmadığı gibi, tahliye kararları da yargılanan kişilerin darbe suçunu işlemedikleri anlamına gelmiyor. Her şeyi yerli yerine oturuyor, yargılamalarda AB ve AİHM standartlarına uygunluk sağlanıyor.
Gürültüye bakıp endişelenmeye lüzum yok.
Yeni hayallerin peşinde tehlikeli kahramanlık hikayeleri üretmeye de...
Yorum Yap