- 12.05.2011 00:00
“Avrupa’nın genişlemesi bir sınır ve köprü öyküsüdür: Kaldırılan sınırlar, tekrar tekrar inşa edilen köprüler.”
Bu sözler, Fransa’nın eski Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin’e ait ve Avrupalılık fikrinin gelip durduğu yeri çok iyi ifade ediyor.
Kaset savaşlarının gölgesinde yaşadığımız seçim süreci nedeniyle olsa gerek, bu hafta Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin dışişleri bakanlarını İstanbul’da buluşturan toplantıya medya hak ettiği ilgiyi göstermedi.
Aralarında Türkiye’den Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu’nun bulunduğu Âkil İnsanlar Grubu bu toplantı için önemli bir raporu kaleme almıştı ve toplantı bu raporun da görüşüleceği bir gündemle gerçekleşmekteydi:
Birlikte Yaşamak: 21. Yüzyıl Avrupası’nda Çeşitlilik ve Özgürlüğü Birleştirmek
Ayşe Kadıoğlu’nun Neşe Düzel’le pazartesi günü Taraf’ta çıkan son derece önemli söyleşisinin dışında, medyada kayda değer bir şey yer almadı. Oysa Kadıoğlu’nun bu söyleşide altını çizdiği konular başlı başına birer tartışma konusu olabilecek kadar önemliydi.
Sevgili Ayşe’yle yazıdan önce birkaç dakika telefonla sohbet etme fırsatım oldu. Medyadan arayanlar olmuş, ama ne bu raporu ne de İstanbul’daki toplantıyı konuşmak için.
Kaset savaşlarını konuşmak için aramışlar Ayşe’yi!
Avrupa Âkil İnsanlar Grubu’nun Türkiye’den tek üyesi ve sadece akademik kariyeriyle değil, yazdığı her yazıyla ufuk açıcı olmayı başaran değerli bir siyaset bilimciye gel kasetleri konuşalım demek hakikaten parlak bir zekâ gerektirir!
Kadıoğlu’nun Neşe Düzel söyleşisi tekrar tekrar okunmalı ve tartışılmalı. İşte o söyleşiden bazı paragraflar
“Biz 21. yüzyıla Berlin Duvarı’nı kaldırarak, duvarları yıkarak başladık. Ama bugün büyük Avrupa kentlerinde duvarlardan geçilmiyor.
“Sorun, kültürler farklı olduğu için çıkmıyor. Sorun hükümetler farklılıkları iyi yönetemediği için çıkıyor.
“Bugün Avrupa kendi çeşitliliğini sevmiyor. Çeşitliliğiyle kavga ederek, tek kimliliğe gideceğini sanıyor. Mümkün değil öyle Avrupalı kalmadı.”
Ayşe Kadıoğlu’nun bu sözlerle yorumladığı Avrupa, umut vaat eden bir yerde durmuyor elbette. Avrupa ülkelerinde son zamanlarda, yabancıların Avrupa’yı hak etmediği, Avrupalılık kimliğine zarar verdiğini vazeden kitapların satış grafiği çok korkutucu.
Kadıoğlu da sözünü etmiş, Thilo Sarrazin’in Almanya’nın battığını iddia eden kitabı geçen yıl 1,5 milyon satmış..
Bir ülkede ne okunduğuna bakılarak o ülkede yaşayan insanların hissiyatlarını, korkularını, geleceğe dair endişelerini ve birarada yaşamaya ilişkin fikirlerini anlamak mümkün olabilir mi?
Bence evet, belirli ölçülerde bu mümkün.
Türkiye ve Almanya’ya bakarak bu konuda epey yorum yapılabilir.
Bizde, bir zamanlar Hitler’in Kavgam kitabı en çok satanlar listesinde bir numaraydı. Kitapçılara girdiğinizde, üst üste yığılı Kavgam ciltlerinin yüzlercesini birarada ve kapı girişlerinde görürdünüz.
Türkiye’de siyasi kültürün nerelere doğru evrildiğini; umutsuz ve yılgın toplulukların hangi kaynaklardan beslendiklerini gösteren bir durumdu bu.
Hitler okunmaz diye bir şey söylemiyorum, her zaman da okunmuştur Kavgam, ama bu kitabın birkaç yayınevini zengin edecek kadar kitlesel olarak okunmasının elbette bir şeylerin habercisi olduğu çok açıktı.
Derken bu toplum, Kavgam okumaya doydu, ama sonrasında da her biri yüz binlerce baskıya ulaşan ve kabaca, Ergenekon fikrinin kitleselleşmesine hizmet eden kitap furyası başladı.
Benim medya ve yayın dünyası söz konusu olduğunda, “Ergenekon piyasası ve bu piyasadan pay kapma kavgası” dediğim şey bu aslında.
Piyasanın kurallarını, ilkelerini, fikrî temellerini gönüllü olarak benimseyenler, ama tam olarak böyle olmamakla beraber, piyasanın ölçülerini gözeterek, arz-talep kuralına göre bu piyasaya kitap katkısı yapmış kimseler, hem kendilerini hem yayınevlerini ihya ettiler.
Ama bundan daha önemlisi, bu kitaplar ve yazarlar, yeni bir siyasi kültürün toplumsal katmanlar arasında yer edinmesine büyük katkı sundu.
Temaları akademik çalışmalara konu olacak kadar zengindir bu kitapların.
“Cumhuriyetimizi çürüten, İmamın orduları” gibi hayalî ordularla savaşmak, “Yahudi Türkler ve Kürtler” eliyle işgal edilmiş bir ülkeyi kurtarmaya davet etmek gibi “temalar”, en kabasından ırkçı ve şoven bir üslupla ve birbirini tekrarlayarak yer alır bu kitaplarda.
Bu fikirler kuşkusuz kitap sayfaları arasına sıkışıp, kalmadılar.
Çok hızlı bir biçimde keşfedilmeleri ve toplumun içine nüfus etmeleri için siyaseten yapılması gerekenler de fazlasıyla yapıldı.
CHP’de Ergenekon yazarları ve sanıklarını milletvekili listelerinde görmeye ilişkin yoğun ve tabandan gelen talepleri, Demirel’in kontenjanı –katkıları olmaz mı, olmuştur tabii- diye sunmak bu bakımdan doğru değil.
Geçenlerde en çok kazanan yazarlar listesi yayımlandı.
Kazançlar bir yana, ama bence, hangi yazarın ne kadar kazandığından ziyade, en çok kazanan yazarların, bu kazancı hangi fikirleri konu edinerek kazandıkları daha önemliydi.
Listenin ilk sırasında Hanefi Avcı var. Eski bir polis şefi. Görev sırasında ölümle sonuçlanan işkenceler uyguladığı da biliniyor. Şimdi de bir zamanlar onun işkenceli sorgularından geçmiş devrimcilerle aynı davadan yargılanıyor.
Allah daha bol kazançlar versin, iki trilyona yakın para kazanmış. Piyasanın en gözde kitabı Hanefi Avcı’nın. Bir polis şefinin hatıralarına merak duymak çok normal. Ama kitaba ilginin bu merak nedeniyle oluştuğunu sanmıyorum.
İnsanlar Hanefi Avcı’dan Emniyet teşkilatının nasıl da Gülen cemaatinin kuşatması altında olduğunu öğrenmek için tükettiler bu kitabı.
Nobel ödüllü yazarımız aynı listede sekizinci sırada. Burası Kolombiya değil, biliyorum. Kolombiya’da Márquez’in yeni kitabı çıktığında, sabah erken saatlerde, milyonlarca Kolombiyalı kitapçı dükkânlarının önünde kuyruğa giriyor. Fırınların önünde ekmek kuyruğuna, sıcak ekmek alabilmek için kuyruğa girmek gibi bir şey yani.
Orhan Pamuk elli bin satmış görünüyor bu listeye göre. Bir milyon Ermeni ve otuz bin Kürdü öldürdük diye bir açıklama yaptı, Türk halkı onu ebediyen cezalandırdı..
Şu sorularla bitsin bu yazı, uzadı epeyce.
Acaba kim kime benzemeye başladı dersiniz, kimin korkusu daha büyük?
Avrupa’nın mı, Türkiye’nin mi?
Hanefi Avcı, Soner Yalçın, Turgut Özakman ve Ergun Poyraz gibi kimselerin yazdıklarıyla beslenen, böyle bir kültürü tüketmeye devam eden Türkiye ile, Sarrazin gibi felaket tellallarının yazdığı kitapları milyonlarca adet tüketen Avrupa nasıl olacak da, “özgürlüğü ve çeşitliliği birleştirecek?”
orhanmir@hotmail.com
Yorum Yap