- 28.03.2015 00:00
Bir haftadır Amerika’dayım. Türkiye’den bir gazeteci grubuyla ilk önce başkent Washington, ardından da New York’a geldik. Buradaki düşünce kuruluşlarıyla, gazetecilerin hak ve özgürlükleriyle ilgilenen örgütlerle görüşüyoruz.
Biz Türkiye’den basın ve ifade hürriyeti konusunda büyük bir yükü sırtımızda getirdik diye düşünürken, attığımız her adımda, yeni haberler gelmeye devam ediyordu. Ahmet Şık’ın Instagram’ına bir müdahale olmuş. Penguen Dergisi’ne ceza gelmiş. Erdoğan’a hakaret etti diye bir gazeteciye para cezası verilmiş.
Haberler böyle akarken, bizim heyette bulunan Ergun Babahanhakkında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle iki yıl küsur istemli bir ceza davası açıldığını öğrendik. Babahan’ın 17 Aralık soruşturmasının yıl dönümünde “Hep beraber haykıralım: Hırsızdan hesap sorulacak” başlıklı yazısını savcılar Bilal Erdoğan’a hakaret olarak kabul etmişler.
Savcılar bu tür davaları açarken, sanki yolsuzluk soruşturmaları doğal akışında ilerlemiş, siyasal iktidarın baskısıyla karşılaşmamış gibi hareket ediyorlar. Kamuyu bu kadar yakından ilgilendiren dosyaların, siyasal iktidarın büyük baskısının ardından kapatılması sonrasında gazeteciler ne yapmalıydı? Durumun vahametini nasıl dile getirmeliydiler? Savcılar, kamuyu bu kadar yakından ilgilendiren yolsuzluk soruşturmalarına ilişkin söylenen sözleri, sanki kahve sohbetinde kişisel olarak hakaret edilmiş gibi değerlendirebilirler mi?
Gördüğünüz gibi, Amerika’ya geldik ama Türkiye bir dakika bile yakamızı bırakmadı.
Benim açımdan bu bir hafta boyunca yaptığımız onlarca görüşmenin özeti, bir düşünce kuruluşunun temsilcisinden geldi. Bu beyefendi,Obama hükümetinin de görüşlerine başvurduğu bir araştırmacı. Mealen bize şunu söyledi: “Bugüne kadar Erdoğan ve AK Parti hükümetinin politikaları ve yönelimleri konusunda tartışmalar olmuştur. Bu tartışmalarda Washington’da onları eleştiren birisi varsa, mutlaka savunan birileri de olmuştur. Ama şu anda, hükümetten Senato’ya, Pentagon’a varıncaya kadar Erdoğan’ı savunacak bir tek kişi bile bulamazsınız.”
Gazetecilerin haklarıyla ilgilenen kuruluşlar açısından da Türkiye’nin durumu içler acısı görünüyor. Yani Türkiye buradan bakınca, tam da olduğu gibi görünüyor.
Burada, Türkiye’de işlerin iyiye gittiğini düşünen bir tek kişiyle bile karşılaşmadık.
Burada görüştüğümüz bürokratların, düşünce kuruluşu temsilcilerinin, gazetecilerin ve insan hakları savunucularının merak ettiği, işlerin kötüye gidip gitmediği değil.
Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler konusunda ciddi şekilde kötüye gittiği konusunda kimsede bir şüphe yok. Merak edilen tek şey, bu kötüye gidişin ne kadar derinleşeceği...
Yorum Yap