- 15.11.2013 00:00
Vatandaş kimdir? Bir gün savaş uçakları evini, köyünü bombalarsa bu savaş uçaklarının başka bir ülkeye ait olduğuna emin olan kişidir vatandaş. Üzerine bomba yağdıran uçakların kendi ülkesinin hava kuvvetlerine ait olabileceğinden şüphe duyan, hatta bir süre sonra bundan emin olan kişi, o ülkeye kendini vatandaşlık bağıyla bağlı hissedebilir mi? O insan vatandaş olarak kalabilir mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Benzer ve Diğerleri/ Türkiye davasında birkaç gün önce açıkladığı kararı okurken bu sorular geldi aklıma. Bu dava Türk Hava Kuvvetleri’nin Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerini bombalamasını konu alıyor. 26 Mart 1994 sabahı, çocuklar neşe içinde oynar, insanlar günlük rutinlerine koştururken ilk önce havada bir helikopter görüyorlar. Helikopter arkasında renkli bir iz bırakarak ilerliyor. PKK ile çatışmalardan dolayı köylüler helikopter ve uçak görmeye alışkınlar. Ama az sonra görecekleri şeyleri hayal bile etmeleri mümkün değildi herhalde. Helikopterin izinden giden savaş uçakları, köylülerin deyimiyle ‘masa büyüklüğünde’ bombaları evlerin, ahırların, tarlaların üzerine bırakıyorlar. Hem de bir kere değil, tekrar tekrar dalıyor uçaklar köyün üzerine. Ölüm yağdırıyorlar. Köylüler dehşete düşüyorlar gördükleri şey karşısında. Köy korucusu olmayı reddettikleri için dehşetli bir şekilde cezalandırılıyorlar devlet tarafından.
Koçağılı’nda 13, Kuşkonar Köyü’nde 25 kişi hayatını kaybediyor. Sağ kalanlar her tarafa dağılmış ceset parçalarını zar zor toplayıp, poşetlere doldurup, oracıkta açtıkları bir mezara gömüyorlar. Cenazeleri gömer gömmez çil yavrusu gibi kaçışıyorlar köyden.
Nasıl olmuşsa, olay ucundan kıyısından medyaya yansıyor. Bunun üzerine dönemin başbakanı Tansu Çiller “Köyleri PKK’nın helikopterleri bombaladı” diye bir açıklama yapıyor.
Çiller’in sözleri son dakikaya kadar devletin resmi tezi olarak kalıyor. AİHM şaşkınlıkla bu tespite nasıl varıldığını soruyor. Bir tek savcı bile keşif için bu köylere gitmemiş. Ölen 38 kişiden sadece üç yaşındaki Zahide Kıraç için otopsi yapılmış, onun dışında yapılmış hiçbir otopsi yok. Bütün köylüler köylerinin nasıl bombalandığını ayrıntılı bir şekilde anlatıyorlar. Ama bizim savcılar “PKK bombalamış bu köyü” deyip dosyayı üzerlerinden atıveriyorlar.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi köylerin savaş uçakları tarafından bombalandığını tespit ettikten sonra, Türkiye’yi iki milyon küsur euro tazminat ödemeye mahkûm ediyor. Sadece bunu yapmakla da yetinmeyip, bu bombalamanın sorumlularının ortaya çıkarılıp yargılanmalarını talep ediyor Türkiye’den.
Adalet Bakanı’nın gazetelere yansıyan demeçlerinden, AİHM’nin bu talimatının geciktirilmeden yerine getirileceği anlaşılıyor. Yani, 1994 yılında bu iki köyümüzün bombalanması emrini verenler ve bu emirleri icra edenler yargı önüne çıkacak ve hesap verecekler. Bu gerçekten sevindirici bir gelişme.
Ama insan bazı soruları sormaktan kendisini alıkoyamıyor. Çalmadık kapı bırakmayan bu köylülerin başına gelen korkunç olayın soruşturulması için illa da AİHM kararının beklenmesi mi gerekiyordu? Eğer bu ülkede zihinler gerçekten bir dönüşüme uğradıysa neden Türkiye son dakikaya kadar ta Çiller zamanında ortaya atılan bir yalanı AİHM önünde ısrarla sürdürdü? Tamam, bu korkunç olay 90’larda oldu ama neden AK Parti hükümetinin görevlendirdiği kişiler AİHM önünde tekrar ve tekrar aynı saçma iddiaları ‘savunma’ diye ileri sürdüler? Köyü PKK’nın bombaladığı yönündeki trajikomik iddiadan bir türlü vazgeçmediler? AİHM bu mahkûmiyeti vermeseydi, Adalet Bakanlığı bu korkunç olayın faillerinin cezalandırılmasını yine de isteyecek miydi? Bu davadan bazı sonuçlar çıkarıp böyle vahim insan hakları ihlallerini AİHM önüne gitmeden, kendi inisiyatifimizle ele alacak bir olgunluğa ne zaman ulaşacağız? Bu davada alınan sonuç, Uludere katliamının da doğru düzgün bir şekilde soruşturulmasına vesile olacak mı?
Kürtlere vatandaş oldukları hissini vermek için illa da AİHM’den bir karar çıkması mı gerekiyor?
Yorum Yap