- 9.09.2013 00:00
Milattan önce 6. yüzyılda yaşamış olan Çinli stratejist Sun Tzu, ‘Savaş Sanatı’ isimli ölümsüz kitabında, komutanlara tavsiyelerde bulunur. Bunlardan bir tanesi de ordunun sırtını ‘dağ’ gibi, geri çekilmeyi veya kaçmayı engelleyecek ‘kör bir noktaya’ dayamaktır. Artık çıkışı olmayan bu savaşta, askerlerin normal kapasitelerinin 2-3 katı gibi bir güçle çarpışacaklarını söyler Sun Tzu. Çünkü onlar için savaş artık bir ölüm kalım savaşıdır.
Sun Tzu’nun sözünü ettiği dağı ‘metaforik’ olarak ve geri çekilmeyi imkânsız kılan faktörler bütünü olarak algılarsak, aradan geçen bunca zamana rağmen Esad’ın Suriye’de nasıl olup da hâlâ ayakta kalabildiğini anlayabiliriz.
Bundan iki buçuk yıl önce Suriye’de ayaklanmalar başlayınca hiç kimse Beşar Esad’ın bu kadar uzun süre ayakta kalabileceğini öngöremedi. O da ‘Arap Baharı’nın peşine takıp götürdüğü diğer diktatörler gibi kısa bir süre sonra devrilecekti. Ayaklanma bir süre sonra iç savaşa dönüşünce, bu defa da çatışmaların kısa bir sürede Esad’ın bu savaşı kaybetmesiyle sonuçlanacağı tahminleri yapıldı. Bu tahminlerin hiçbirisi tutmadı ve bugün artık savaşın tarafları günlük olarak ilerleyip gerileseler de birbirlerini yenemedikleri bir ‘denge’ durumuna ulaştılar. Brookings Enstitüsü’nden Kenneth M. Pollack, bu dengeyi, Suriye coğrafyasının yüzde 60-70 kadarının ‘muhaliflerin’, nüfusun ise yüzde 60-70 kadarının Esad güçlerinin kontrolü altında bulunduğu bir durum olarak tarif ediyor. Her ne kadar görünürdeki gerekçe Esad rejiminin kimyasal silah kullanması ise de Amerika’nın yapacağı askeri müdahalenin asıl amacı bu dengeyi yeniden ‘muhalifler’ lehine çevirmek.
İşte tam bu noktada Esad’ın sırtını hangi dağa dayadığını anlamak, bundan sonra neler olabileceğini anlamanın da anahtarını ortaya koyuyor. Evet doğru, İran’ın petrolü, Rusların silahları olmadan Esad bu savaşı sürdüremezdi. Evet doğru, Esad en kanlı çarpışmalardan birinin gerçekleştiği Kuseyr’i, Hizbullah’ın gerilla savaşı konusunda çok tecrübeli olan 2-3 bin militanının desteği olmasa muhtemelen geri alamazdı. Ama bunların hiçbirisi, Suriye ordusunun ana unsurlarının neden hâlâ Esad’a bağlı olduklarını, neden Suriye’de sadece Alevilerin değil, Hıristiyanlar ve Dürzüler gibi azınlık gruplarının da Esad’ın arkasında birleştiklerini açıklamıyor.
Aleviler ve azınlıklardan oluşan Esad koalisyonu sırtını Suriye tarihinin ve sosyal yapısının geçit vermez ‘dağına’ dayamış durumda. Fransızların, Arap milliyetçiliğine karşı Alevileri ön plana çıkarmaya başladıkları günden bu yana o dağ sürekli olarak yükseliyor. Baba Esad’ın darbeyle işbaşına gelip dindar Müslümanları baskı altına alması; Müslüman Kardeşler’in 70’lerde silaha ve terör yöntemlerine başvurması; Hafız Esad’ın çoluk çocuk demeden on binlerce Sünniyi öldürdüğü Hama katliamı, hep o dağın yükselmesine yol açan toplumsal depremlerdi. Bu toplumsal ve tarihi doku, hele hele işin içine El Kaide’nin de girdiği bir iç savaşı Aleviler ve azınlıklar için bir ölüm kalım savaşına dönüştürüyor. Bu savaşı kaybetmek artık, sadece iktidarı kaybetmek değil ama aynı zamanda, ailelerinin son bireyine kadar katledilebileceği anlamına geliyor Esad koalisyonu için.
Tam burada, her türlü savaşa hazır olduğunu söyleyen AK Parti hükümetine ve Suriye’ye yapılacak askeri müdahaleyi gözü kapalı destekleyenlere bazı sorular sormak gerekiyor:
Esad güçlerinin füzeler ve uçaklarla vurulduğu bir operasyonun ardından, hemen yanımızda, Ruanda’ya dönmüş, Alevilerin ve azınlıkların sistematik olarak katledildiği bir Suriye’ye hazır mıyız? Türkiye’nin böyle bir durum karşısında bir planı var mı?
Zaten bir Şii-Alevi/Sünni savaşına dönmüş olan Suriye iç savaşının, bu bombalamadan sonra alabileceği dramatik görüntünün Türkiye’nin kendi içinde yaratabileceği toplumsal kırılmaları onarmak için bir planımız var mı?
Suriye’ye yapılacak müdahalenin İran ve Hizbullah’ta da çıkışı olmayan bir savaşın başladığı hissini yaratıp bütün Ortadoğu’ya yayılacak bir Sünni-Şii savaşına dair bir hazırlığımız var mı?
Rojava’da yaşanan El Kaide-PYD savaşının daha da kızışıp, Türkiye’deki barış sürecini kökünden baltalama ihtimaline binaen bir hazırlığımız var mı?
Yapacakları müdahalenin öngörülemeyecek pek çok sonucu olduğunu bilen Obama, sorumluluğu paylaşmak için Kongre’nin onayını bekliyor. Peki biz bundan sonra olabilecek bütün gelişmeleri öngörebildiğimiz için mi TBMM’yi toplayıp, ülkenin geleceğini belirleyecek bu gelişmeleri tartışmıyoruz?
Yorum Yap