- 7.07.2013 00:00
Türkiye’de ne zaman hükümeti rahatsız eden bir kriz yaşansa, basın özgürlüğünün boğazındaki ip bir ilmek daha sıkılıyor. Şubat ayında, üç milletvekilinin hükümetin bilgisi dâhilinde PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’la İmralı cezaevinde yaptıkları görüşmenin tutanakları Milliyet gazetesinde yayınlanınca, gazete başbakan Erdoğan’ın öfkeli yorumlarının hedefi haline gelmişti.
Türkiye'de bir gazetenin kendi ombudsmanına uyguladığı sansür, medya özgürlüğü sorununa ilişkin alarm veriyor.
İlk önce gazete, eline geçen görüşme tutanağını yayınlamanın önemli bir gazetecilik faaliyeti olduğunu söyleyerek haberini savundu. Ardından Erdoğan “batsın sizin gazeteciliğiniz” diyerek eleştirilerinin tonunu tehditkâr bir havaya büründürdü ve bunun sonucunda Türkiye’nin en eski ve köklü gazetelerinden birisi olan Milliyet, yine Türkiye’nin çok tanınmış ve en saygın gazetecilerinden birisi olan, başyazarı Hasan Cemal’in gazetenin pozisyonunu savunan yazısına sansür uyguladı.
Gazeteden ayrılan Hasan Cemal bir süre yazacak yer bulamadı ve ardından bir avuç solcu ve liberal aydının amatör bir şekilde internetten yayınladıkları T24 haber sitesinde yazılar yazmaya başladı.
İstanbul Gezi Parkında ağaçların kesilmesi üzerine 31 Mayısta başlayan protestolar da Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda yeni bir dönüm noktası oluşturdu. Bütün Türkiye’yi etkisi altına alan ve üç hafta süren hükümet karşıtı gösteriler Türkiye medyası bakımından utanç verici bir sınav niteliğindeydi. Daha önceki krizlerde olduğu gibi, yine medya hükümetin istediği sınırlar içinde hareket etti. Örneğin protestoların zirvede olduğu ilk haftada Türkiye’nin önde gelen haber kanalları, protestolara ilişkin haber yayınlamak yerine ‘belgesel’ programlar yayınlamayı tercih ettiler. Bu kanalların yayınladığı Penguen belgeselleri sayesinde, Penguenler medyanın kendi kendine uyguladığı öz sansürün bir simgesine dönüştüler.
Gezi parkı krizi yeniden Türkiye’de medya özgürlüğü üzerine büyük bir tartışma başlattı. Önceki krizde yazıları sansürlendiği için Milliyetteki işini kaybeden Hasan Cemal, Gezi Parkı protestoları sonrası oluşan medya iklimini T24’deki köşesinde oldukça çarpıcı bir şekilde tasvir etti. Hasan Cemal’in 3 Temmuz tarihli yazısına bir göz atalım:
“Mesleğini bilen ve seven, vicdan sahibi, haysiyet sahibi gazeteciler için kötü bir dönem yaşanıyor, hatta işler zıvanadan çıkıyor diyebilirim
…
Başbakan Erdoğan vidaları her geçen gün sıkmaya devam ediyor. Kendine tümüyle boyun eğmiş, kul gibi biat etmiş bir medya yaratmanın peşinde.
Çatlak ses duymak istemiyor.
Bunun için de, kendisini hiç rahatsız etmeyecek, sadece sahibinin sesi olacak bir Rockefeller medyası görmek istiyor.
Bu çağda, bu kadar farklılaşmış, gelişmiş bir toplumda, tutkalı ancak demokrasi olabilecek bir ülkede bunun mümkün olamayacağını ise göremiyor. Böylesine bir cendereye sokmaya kalkışmanın Türkiye’yi patlatacağını - Gezi Direnişi’nin verdiği mesaja rağmen - anlayamıyor ne yazık ki.
…
Sorun çok ciddi.
Ama ne yazık ki görülmek istenmiyor. Sansür ve oto sansür mekanizmaları fena halde çalıştırılıyor.
Gazete ve televizyon kanallarında haberciliğin nasıl yapılacağına dair, ne tür yorumlardan uzak durulmasına dair, yayınların nasıl olmasına dair bitmek bilmeyen yönlendirmeler yapılıyor iktidar odakları tarafından. Kimin nereye yönetici ya da kimin hangi köşeye yazar olacağı konuları da Ankara’daki iktidar odaklarına soruluyor.
Yineliyorum, yeni değil bunlar.
Ama gitgide çoğalıyor, gazetecilik adına bu tatsız ve talihsiz örnekler…”
Hasan Cemal’in bahsettiği tatsız örneklerin en çarpıcılarından bir tanesi de Türkiye’nin en büyük gazetelerinden birisi olan Sabah gazetesinin ombudsmanı Yavuz Baydar’la ilgili olarak yaşandı.
Yavuz Baydar bir süreden beri kendi gazetesinin Gezi protestolarıyla ilgili haberlerini eleştiriyordu. Sabah gazetesi, hükümet yanlısı pek çok diğer gazete gibi, bu protestoları hükümete karşı kurulmuş bir komplo olarak açıklayan yayınlar yapıyordu. 24 Haziran günü, muhtemelen dünya sansür tarihine girecek bir olay yaşandı. Sabah gazetesi kendi ombudsmanı olan Yavuz Baydar’ın yazısını yayınlamayı reddetti. Baydar’ın sansüre uğrayan yazısında Gezi parkı protestolarının hükümet tarafından kendisine yönelik bir uluslararası komplo teorisi çerçevesinde açıklanma çabasına ilişkin eleştiriler yer alıyordu. Yine Baydar, Sabah gazetesinin Gezi parkı protestolarına ilişkin olarak yurt dışında yapılan yayınları, tıpkı başbakan Erdoğan gibi komplo teorileri çerçevesinde açıklayan haberler yapmasını eleştiriyordu.
Sabah Gazetesi sadece Baydar’ın yazısını sansürlemekle kalmadı aynı gün gazetenin genel yayın yönetmeni Erdal Şafak, Yavuz Baydar’ı eleştiren bir ‘okur mektubunu’ köşesinde yayınladı.
Bu okur ilk olarak Sabah gazetesinin Gezi parkı protestolarına ilişkin yayınlarını desteklediğini söylüyor ardından da Yavuz Baydar’ı gazetenin yayın politikasına ters düşmekle eleştiriyor. Genel yayın yönetmeninin yayınladığı ‘okur mektubunda’ şu görüşler ifade ediliyor:
“Ben Gezi Parkı eylemleri sırasında SABAH'ın manşet ve birinci sayfa tercihini destekliyorum, arkanızdayım. İşte ben bu yüzden size destek verdim az da olsa. İşte bu önemli günlerde ülkenin menfaatlerini koruyan ve doğru haber yapan gazete benim gazetem.
Sayın Yavuz Baydar, tarafsızsanız bunu da gazetede yayınlar ya da ele alırsınız. Demişsiniz ki; okur 'Günaydın Gezi' başlığı sebebiyle tepkili. Hangi okur sayın Baydar, hangi okur? Benim gibi 2 yıldır ev adresine gazete teslim abone mi, yoksa forumlarda ve sosyal medyada organize olup, 'Haydi yandaş gazetelere binlerce eleştiri mail'i gönderiyoruz' diyerek organize tepki mail'leri gönderen sahte SABAH okuru mu? Benim bilgilerimi, adımı soyadımı, telefon numaramı müşteri hizmetlerinden kontrol ettirin Yavuz Baydar, en az 2 yıllık aboneyim ve SABAH gazetesi okuruyum. ‘Günaydın Gezi’ ve benzeri başlıkları eleştirenlerin gerçek bilgilerini alın, bakın bakalım SABAH okuru muymuş? Bunu kanıtlayamazsan, sen de SABAH gazetesi yönetimine yapılan şantajın içindesin Yavuz Baydar. Biz abone olarak memnunuz; SABAH okuru olmayanlar, Sözcü, Cumhuriyet okurları memnun olmayabilir. Arada söylediğim bir şey önemli, internette, forumlarda, mail gruplarında ve sosyal medyada organize olan, Gezi Parkı eylemlerinde özellikle şiddeti savunan, hep polise çakan, yalan resim ve videolarla halkı kandıran gruplar, aralarında organize olup yandaş dedikleri gazetelere, sizin okurunuzum deyip eleştiri mail'leri atıyorlar. Ben bunları görüyorum, biliyorum. Bu oyunun oyuncusu olmayın Yavuz Baydar, SABAH okuru olmayanları SABAH okuru ve çoğunluk gibi sunmayın, SABAH gazetesine zarar vermeyin. SABAH sahipsiz değildir, yanındayız Erdal Abi..."
Bir gazete kendi ombudsmanının yazısını yayınlamayı reddediyor ve aynı gün gazetenin genel yayın yönetmeni ombudsmanı eleştiren bir ‘okur mektubu’ yayınlıyor. Böylece Türkiye’deki sansür uygulamaları yepyeni bir boyut kazanmış oluyor. Gazetenin ombudsmanını yıldırmak ve herhalde bu şekilde işini bırakmaya zorlamak için seçtiği bu çok özel mobbing yöntemi Türkiye medya tarihinde oldukça utanç verici yeni bir sayfanın açılmasına yol açıyor.
Tek başına bu olay Türkiye’de sansür ve oto sansürün ulaştığı boyutlara ve medyada oluşan bunaltıcı havaya ilişkin oldukça önemli bilgiler veriyor. Medya özgürlüğü Türkiye’de alarm veriyor.
KAYNAK: http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/opinion/2013/07/turkish-press-censored.html
Yorum Yap