- 5.07.2013 00:00
İki tane, sonuna kadar seyredemediğim video görüntüsü bütün yazacaklarımı aklımdan alıp uçurdu. İlki Tahrir Meydanı’ndan: Hollandalı kadın muhabirin çığlıkları insanın yüreğini dağlıyor. Kadın bir erkek selinin ortasında, tecavüz edileceği köşeye doğru çaresizce akıyor. Hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek bir çaresizlik bu. Adına insan denen mahluklardan oluşan bu zifiri kalabalık, o kadına dünyada hiçbir yaratığın veremeyeceği acıları veriyor.
Bu görüntülerden sersemlemiş bir şekilde otururken bu defa başka bir video ilişti gözüme. Kalp ameliyatı geçirmiş bir hasta, üzerinde bir sürü hortum takılı halde yatıyor. Doktor asabi bir şekilde hastayla konuşuyor. Yanağına tokat atıyor ilk önce. Sonra kalbinin üzerine yumruk attığını görünce, dayanamadım videoyu kapattım. Göz ucuyla bakabildiğim habere göre, bu olay Rusya’da yaşanmış, hasta aldığı darbelerle ölmüş.
Bu görüntülerin yayımlanması ne kadar doğru, gerçekten bilemedim. Yasaklayıcı kurallar konulsa, kötüye kullanılıp hiç olmadık şeylerin sansürleneceğini biliyorum. Gazete ve televizyonların kendileri bu tür görüntüleri süzgeçten geçirmeli diye düşünüyorum. Bunlar, izleyenlerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyecek görüntüler. Bu kadar yoğun bir barbarlık ve şiddeti, gözlerimizle görmemiz mi gerekiyor gerçekten? Tecavüzün ne kadar korkunç bir şey olduğunu anlamamız için, Tahrir’deki bu korkunç görüntülerin gözümüze sokulması mı gerekiyor? Gerçekten bilmiyorum. Sadece sesli düşünüyorum şu anda.
Belki de medya yöneticilerinin bu işin uzmanı psikolog ve psikiyatristlerle bir araya gelip, bu görüntüleri yayımlamanın herhangi bir öğretici tarafı var mı, yoksa sadece izleyenleri travmatize mi ettiğini tartışıp, belli ilke kararları almaları gerekiyor.
Bunları yazıp, yükümü biraz hafiflettikten sonra diğer konulara geçebilirim. Dün Mısır’daki gelişmeleri izlerken twit’ler atmaya başladım. Aşağıda sırasıyla bu twit’lerden bazılarını yazıyorum. Anlayacağınız üzere, twit’lerin bazıları, kendisinden önceki bazılarına gelen eleştirilere bir cevap niteliğinde:
“Ortadoğu’nun acıklı dengeleri, bir türlü demokrasi olamıyor ve bizi Mursi’yi darbeciler karşısında savunmak zorunda bırakıyor.”
“İşin içine tanklar girdi mi, mertlik bozulur, o ülkenin iki yakası bir daha bir araya gelmez.”
“Mursi’nin nasıl firavunlaştığını göremeyenler de Mursi karşısında darbeyi tercih edenler de Türkiye’de demokrasinin gelişmesinin önünde engel.”
“Yahu çok ilginç, Mısır’da darbeye karşı olmamız yetmiyor insanlara, Mursi’yi de demokrat bir lider gibi görmemizi istiyorlar!”
Firavunlaşmak ibaresini firavun olarak okuyanlar, beni gizli darbeci olmakla suçlayanlar, milli iradeye saygı duymadığımı söyleyenlerden o kadar çok mesaj aldım ki...
Çok şaşırtıcı bir şekilde, Türkiye’de demokrasi ile seçim sonuçlarını birbirine eşit gören bir anlayışın olduğunu gözlemliyorum. Yani bir parti oyların yarısını almışsa, dilediği her şeyi yapmak onun hakkı ve diğer herkes bir dahaki seçime kadar ağzını kapatacak.
Demokratik olarak seçilmiş iktidarla yöneticilerin demokrat olmasını karıştırıyor insanlar. Bunların arasında ne fark var diyenlerin, sadece Türkiye’de medyanın içinde bulunduğu içler acısı duruma bakmaları yeterli oysa. Bugün iktidar, kendisine koşulsuz bir şekilde destek verenleri danışman yapıyor, köşelendiriyor, dostane eleştiri getirenleri dahi işlerinden ediyor. Demokratik bir ülkede bunlar olabilir mi gerçekten? Medyanın bu kadar muazzam bir kontrol altında tutulduğu bir demokratik ülke örneği var mı dünyada?
Bütün hayatlarını Türkiye’de darbelerle mücadele etmek için harcamış Mehmet Altan’dan Hasan Cemal’e onlarca kalem, bu hükümet zamanında merkez medyada yazamıyor. Daha dün Kürşat Bumin Yeni Şafak’tan kovuldu. Bu geldiğimiz durumun çok acayip bir durum olduğunu gerçekten göremiyor musunuz?
Neyse yerim kalmadı, bana iki hafta müsaade, döndüğümde kaldığım yerden konuşmaya devam...
Yorum Yap