- 1.07.2013 00:00
Her kriz bir fırsattır. Gezi krizi de Türkiye'de sistemin bütün yapısal sorunlarını gözden geçirmek için büyük bir fırsat sunuyor.
Geziye ilişkin uluslararası komplo teorileri ortaya çıkmaya başlayınca “Evet” dedim, “eğer yabancı istihbarat örgütleri bir ülkenin yöneticilerinin beynini ele geçirip onlara istedikleri her şeyi söyletip, yaptırabiliyorlarsa ortada hakikaten çok büyük bir komplo var”. Tabii, eleştiriye uğrayan her şeyin daha sofistike, daha zarif hale gelmesi bir kural olduğu için komplo teorileri de evrim geçirdi.
Bu günlerde yeni bir tanesi kulağıma çalındı. Diyorlar ki, Gezi Parkı’nda yapılan o sert polis müdahaleleri cemaatin işi. Cemaat polis içindeki gücünü kullanarak, hükümeti zor durumda bırakmak istedi. Tabii bu teorinin savunucuları Erdoğan’ın o günden bu yana yaptığı bütün o konuşmaları, kışkırtmaları vd. açıklayamıyorlar. Ayrıca, hadi ilk emri başka birisi verdi diyelim, Gezi’de insanlar çadırları sökmeye hazırlanırken, o son müdahale emrinin kimin tarafından verildiğini bütün Türkiye Başbakan’ın mitingini izlerken gördü.
Ancak, zaaflarını bir kenara bırakacak olursak, bu son komplo teorisinin kıymetli bir tarafı var. Çünkü bu teori, ‘faiz lobisi’, ‘iç ve dış mihraklar’ gibi, elle tutulması, gözle görülmesi imkânsız odaklardan farklı olarak, önümüze bir neden-sonuç ilişkisi koyuyor. Eksik bir nedensellik bu ama yine de önemli. Eksik olan tarafı, bu kadar öfkenin insanlarda nasıl biriktiğini açıklamaması. Önemli tarafı ise Gezi’ye yapılan müdahalenin tetikleyici bir mekanizma olarak işlev gördüğünü kabul etmesinde yatıyor.
Parktaki ağaçların sökülmesinin yasal bir dayanağı olmadığı halde, ağaçları korumak için parkta kamp kuran insanların üzerine gaz bombaları yağdırılması emrini kim vermişse, gerçekten de bütün bu olayların başlamasına sebep olan odur. Eğer cemaat veya herhangi bir başka odak, bu işin herhangi bir yerinde yer alıyorsa, bütün o yer alanlar derhal yargı önüne çıkarılmalı ve hükümete karşı darbeye teşebbüs ettikleri için cezalandırılmalıdır. Yok eğer Erdoğan bu emri bizzat kendisi verdiyse, o da demokratik usuller çerçevesinde bunun hesabını vermelidir. Cumhurbaşkanı Devlet Denetleme Kurulu’nu mu harekete geçirir, hükümet kendisi bağımsız bir komisyon mu oluşturur, nasıl yapılır bilmiyorum ama 31 Mayıs sabahı polise o sert müdahale emrini ve arkadan gelen müdahalelerin emirlerini kimin veya hangi odağın verdiğinin tespit edilmesi Türkiye demokrasisinin geleceği açısından büyük önem taşıyor.
Bizim Türkiye olarak, demokrasi oyununun kurallarına ilişkin çok ciddi problemlerimiz var. Önceden malum, elinde silah bulunan bir grup, tribünlerin arkasından bütün maçı yönetiyordu. Bugünse, Erdoğan, bütün denetim mekanizmalarından sıyrılmış bir sandık oyununu önümüze demokrasi gibi sunuyor. Basın özgür olmayacak, Meclis faaliyeti el kaldır indire dönüşecek, yargı denetim yapamayacak ama siz sırf seçimlerde en yüksek oyu aldığınız için demokratik iktidar olacaksınız...
Sanırım Türkiye’de hepimizin şapkalarımızı önümüze koyup, oyunun temel kuralları konusunda uzlaşmaya varmamız gerekiyor. Evet, seçimle iktidara gelmeyen hiçbir güç ya da odak kamu gücü kullanamaz, şu ya da bu şekilde bu gücün kullanımına ortak olmaya çalışamaz. İktidarlar seçimle gelir seçimle gider. Ancak iktidarların yaptığı yanlışların hesabını sormak için bir dahaki seçimlere kadar beklenmez. Bir kere zaten özgür basın, bağımsız yargı, çalışan bir Meclis her an yaptığı denetimlerle hükümetlerin hata yapması riskini en aza indirir.
Her kriz bir fırsattır. Gezi krizi de Türkiye’de sistemin bütün yapısal sorunlarını gözden geçirmek için büyük bir fırsat sunuyor. 31 Mayıs sabahı Gezi’ye müdahale ettirerek, son haftalarda içine sürüklendiğimiz krizin yaşanmasına kimin ya da kimlerin sebep olduğunu tespit etmek, çıkacağımız bu uzun yol için iyi bir başlangıç noktası oluşturuyor.
Yorum Yap