- 28.06.2013 00:00
Bütün göstericileri 'Mustafa Kemal'in askerleri' gibi göstermeye çalışarak en başta kendi dostlarınıza büyük ayıp ediyorsunuz.
Biliyorum, bin bir tane bahaneniz var. Yok CNN International şöyle taraflı yayın yaptı, yok Otpor var, yok efendim şu işadamı göstericilere su göndermiş, yok işte hükümetin yeminli düşmanları sokaklara inmiş vd.
Bakın, gerçekten ama gerçekten ne olduğunu anlamak istiyorsanız sadece bir müezzinin “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem” diye niye konuştuğunu bir düşünün. Neden müezzin ‘yalandan’ bahsediyor? Neden bir ülkede bir din adamı, din adamı olduğunu hatırlatmak zorunda kalıyor? Neden müezzin iki satırlık ifadesi için emniyette saatler geçiriyor?
Müezzinin “Yalan söyleyemem” dediği “Camide içki içildi” iddiası kullanılarak, haftalardır, Başbakan’ı izlemek için meydanları dolduran insanlar Gezi eylemcilerine karşı kışkırtılıyor.
Sadece müezzin mi acı bir kuvvetin baskısını üzerinde hisseden? Memet Ali Alabora da geçen gün uzun uzun açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Bütün bunlarda gerçekten anormal bir şeyler görmüyor musunuz? Demokratik bir ülkede bir başbakan, büyük kalabalıkların önüne çıkıp bu kadar rahat bir şekilde sanatçıları, yazarları, işadamlarını tehdit eder bir üslupla konuşabilir mi?
Bütün bunları hangi demokrasi anlayışı içine yerleştireceğiz? İktidarı kullananlar ellerindeki gücü bu kadar hoyratça bir şekilde vatandaşlara tehdit olarak yöneltebilirler mi? Kötü giden her şeyden, hükümet dışında herkesin suçlanıp sorumlu tutulabildiği demokratik bir ülke örneği gösterebilir misiniz?
Şiddet kullanan göstericileri kınayalım, kınadık da zaten. Onları delilleriyle birlikte mahkemeye çıkarırsınız, cezalandırılırlar. Taksim Platformu işi uzatıp tadını kaçırdı mı onun da vicdan muhasebesi yapılır. Ama dört kişinin öldüğü, 11 kişinin gözünü kaybettiği, binlerce kişinin yaralandığı, on binlerce kişinin üzerine gaz sıkıldığı olaylarda iktidarda bulunan hükümetin ve onun başbakanının sorumluluğu tartışılamıyorsa eğer, orada çok ciddi bir sorun var demektir.
İçlerinde sevdiğim insanların da olduğu bir grubun, Başbakan’ın her yaptığını meşrulaştırmak için gösterdiği gayretleri içim burkularak izliyorum. Biraz yavaşlayın lütfen. Biraz sakinleşin. Biraz durakladığınızda, Türkiye’de bazı gazetelerin Sovyetler Birliği’ndeki Pravda gazetesi gibi çıkmaya başladığını göreceksiniz. Bu gazetelerde vicdanlarının sesini dinleyen insanlar utanç verici yöntemlerle susturuluyorlar. Daha geçen gün dünya sansür tarihine adımızı yazdıracak bir olay yaşadık. Sabah gazetesi kendi ombudsmanı Yavuz Baydar’ın, gazetenin Gezi Parkı yayınlarını eleştiren yazısını sansürledi. Bu da yetmedi, gazetenin genel yayın yönetmeni, Baydar’ı ‘eleştiren’ bir ‘okur mektubunu” köşesinde yayımladı. Bütün bunlarda ciddi bir sorun görmüyor musunuz gerçekten?
Göstericileri barış karşıtlığıyla suçluyorsunuz. Beyler gerçekten ayıp ediyorsunuz. O gösterilerde sizin de çok yakından tanıdığınız, demokratlığından zerre şüphe edemeyeceğiniz pek çok insan da yer aldı. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Bütün göstericileri ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ gibi göstermeye çalışarak en başta kendi dostlarınıza büyük ayıp ediyorsunuz. Bu gösteriler mi barış sürecini tehdit etti gerçekten? Yoksa barış süreci, kendisine yönelen eleştirileri duymamak için toplumun içindeki bütün eski yaraları kaşıyan Başbakan tarafından mı tehdit ediliyor? Biraz insaf, biraz...
Yorum Yap