- 14.06.2013 00:00
Kulaklarım sağır olmuş bir şekilde olup bitenleri izliyorum. Artık Erdoğan'a karşı hiçbir öfke duymuyorum.
Günlerdir bütün bu olanları izlemekten dolayı müthiş yorulmuş hissediyorum kendimi. Büyük bir patlamanın ardından sağır olmuş gibiyim. Etrafımda kan revan içinde kaçışan insanlar görüyorum; kapkara bir toz bulutu, ateşler yanıyor, bir felaket havası. Ama ben hiçbir şey duymuyorum artık.
Başlarda Başbakan’a büyük bir öfke duyuyordum. “Neden böyle yapıyor”, “Neden ülkeyi ateşe atıyor”, “Neden insanları birbirine karşı kışkırtıyor”... Sonra başka sorular başlıyordu: “Başarıyı, huzuru mu sindiremiyor acaba”, “Kürt meselesini çözmeye çalışan birisi nasıl olup da Gezi Parkı’nda boğulur”, “Apo’yla görüşme cesareti gösteren bir Başbakan Gezi’deki eylemcilerle mi görüşemiyor”, “Neden bir türlü geri çekilip, partisinin kurumsal zekâsının devreye girmesine izin vermiyor?..”
Velev ki komplo
Sonra, bakıyorum Başbakan’dan ve çevresinden binbir türlü komplo teorileri etrafa saçılmaya başlamış. Türk devletinin yüz yıllık can simitlerine sarılmışlar, ‘iç ve dış düşmanlarımız’ türküsünü söylüyorlar. Yine o aşamada enerjim vardı, hani belki sesimi duyururum diye, sosyal medyadan, TV kanallarından yüz kere tekrar ettim: “Velev ki, bir komplo olsun ortada, siz tansiyonu sürekli yükselterek o komploya en ciddi yardımı yapıyorsunuz.” “Velev ki, içerden dışarıdan birileri Türkiye’nin içini karıştırsın, insanları panzerlerin önüne kendilerini atacak kadar neyin öfkelendirdiğini anlamaya çalışmayacak mısınız?”
Sonra yavaş yavaş öfkem de enerjim de azalmaya başladı. Dönüp kendi içime baktığımda öfkemin neden geldiğini ve gittiğini şimdi anlayabiliyorum. Sanırım ben Erdoğan’a hep bir güven duydum; bunu bütün açıklığıyla kendime söyleyemesem de kalbimde her zaman bir yeri oldu. Türkiye’nin nelerin içinden çıkıp geldiğini ben çok çok iyi biliyorum. Çocuklarını gözaltına alıp onları kaybeden karakolların önünde annelerin hissettiği o tarifsiz çaresizliği biliyorum. Kapıda, o anneye “Çocuğunuz bizim tarafımızdan alınmadı” diyen devlet geleneğini çok iyi tanıyorum.
Ben “Camide içki içtiler” diyen Erdoğan’da, tüylerim diken diken olarak o devleti gördüm. İlk önce, “Yanlış biliyor herhalde” dedim. “Herhalde yanlış bilgilendirdiler.” Videoları izledim. Polisin hışmından kaçan gençler Allah’ın evine sığınmışlardı. Cami kocaman bir revire döndürülmüştü. Ortalık kan revan olmuştu. İnsanlar acılar içinde kıvranıyorlardı. Tam bir felaket havası vardı orada. Dolmabahçe imamıyla gurur duydum. “İşte dedim, benim ülkemin dindar insanı böyle vicdanlıdır.”
Sonra, kulaklarıma inanamaz bir şekilde Erdoğan’ı dinledim. “Camide içki içtiler” diyerek insanları kışkırtıyordu. Sonra, Erdoğan’ın anlattığı hikâyeden çok farklı bir hikâye anlatan imam hakkında soruşturma açıldığını duydum. Benim Erdoğan’a olan güvenime ilk darbe Uludere katliamıyla gelmişti. Bu cami konusunda anlattığı hikâye de sonuncusu oldu.
İlk günlerde duyduğum öfkeden eser yok şimdi. Kulaklarım sağır olmuş bir şekilde olup bitenleri izliyorum. Artık Erdoğan’a karşı hiçbir öfke duymuyorum.
Yorum Yap