- 10.05.2013 00:00
Maalesef, kaygı belirten, planları sorgulayan herkesi 'barış karşıtlığıyla' yaftalayan hatırı sayılır bir grup türedi.
Dünyada eşi benzeri olmayan kavramlar ve karşıtlıklar yaratma konusunda üzerimize yok gerçekten. Şimdi de Zihni Sinir bir proce olarak ‘barış-demokrasi’ karşıtlığını tartışıyoruz. Sanki birinden birini tercih etmek zorundaymışız gibi.
Şimdi söyleyeceklerimin hemen yaftalanıp bir kenara atılmaması için ben ilk önce pozisyonumu belirteyim: Erdoğan Türkiye’ye barışı getirsin, ben ‘başkanlık’ rejimine bile razıyım. ‘Bile’ dememden anladığınız üzere, başkanlık rejiminin, hele hele şu anda AK Parti’nin tartıştığı biçimiyle, hiçbir şekilde hayırlara vesile olmayacağını, dört dörtlük bir otoriter rejim yaratacağını düşünmeme rağmen bunu söylüyorum.
Bugün yaşanan sürece ilişkin ‘kaygı’ ifade edenlerin bazılarının, aslında bunu barış veya demokrasi hakkında duydukları kaygıdan ziyade, zapt edemedikleri bir hükümet alerjisi nedeniyle yaptıklarını ben de düşünmekteyim. Ama bunlar küçük bir azınlık. Ve maalesef, kaygı belirten, hükümetin bu konuda planlarını sorgulayan herkesi, ‘barış karşıtlığıyla’ yaftalayan hatırı sayılır bir grup türedi. Kim ki ağzını açıp bu konuda iki kelam eyleyecek olsa, hemen onların ‘gizli niyetleri’ olduğundan, ıslah olmaz solculuklarından, statüko sevgisinden vd. bunları söylediklerini iddia ediyorlar. Ya hiçbir sorgulamada bulunmadan hükümetin attığı adımları takip edip destekleyeceğiz veya barış karşıtıyız! Yani hem barış sürecini destekleyip ve hem de atılan adımların bizi kalıcı bir barışa götürüp götüremeyeceğini sorgulama gibi bir imkânımız yok...
Ben Erdoğan’ın yetenek ve özelliklerinin hem bu süreç için yaşamsal önemde olduğunu ve hem de yine bunların bazılarının barışa giden yolda ciddi birer engel oluşturabileceğini düşünüyorum. Erdoğan’ın toplumu ikna etmek, Türkiye toplumunun geniş bir kesiminin kalplerine hitap etmek gibi büyük bir yeteneği olmasa biz şu anda bulunduğumuz noktaya gelemezdik. Tam da Max Weber’in söylediği anlamda, Erdoğan’ın aurası ‘kurucu bir karizma’ olarak işlev görüyor. Bu kadar büyük çatışmanın, biriken bu kadar öfke ve acının ardından, ancak karizma, bir buz kıran gibi yolu açabilirdi. Geniş Türkiye toplumunu bu yola Erdoğan’ın karizması getirdiği gibi, Kürtleri de Öcalan’ın karizması yönlendiriyor. Bu geri çekilme süreci kazasız belasız bir şekilde tamamlanabilirse, bu ‘karizmaların’ açtığı yoldan, üzerine barışın inşa edilebileceği büyük bir alana soğru ilerlemiş olacağız.
Ama sonrası, yani yolun geri kalan kısmı, kurumlarla, yapılarla, planla, projeyle yürünebiliyor ancak. İşin o noktasına geldiğimizde handikaplar görünüyor. Bu köşede değişik defalar dile getirmeye çalıştığım gibi, geri çekilmeden sonra ne olacağına dair hükümetin ayrıntılı bir planı varmış gibi görünmüyor. Erdoğan’ın hiç kimseye inisiyatif tanımayan, tek adam rolü, barış sürecinin o aşamasında gereken ciddi koordinasyon ve kurumsallaşma için bir handikap olarak görünüyor. Hasan Cemal’in T24’te dünkü yazısında söylediği gibi “Erdoğan’ın demokrasiye ilişkin kırık notları ve eksileri, barış sürecinin altını doldurabilecek mi şüphesini ister istemez gündemde tutuyor.”
Bu soruları sormak, bunları gündeme getirmek, barış karşıtlığı falan değildir. Barışı iktidar rüzgârlarına tamamen kendilerini kaptırıp sürekli olarak krala güzellemeler yapanlar değil, kralın çıplak kısımlarını ona gösterme cesareti olanlar getirecektir. Ve kral kısmen giyinik, kısmen çıplaktır. Çıplak olan kısım da ancak demokrasiyle giydirilebilir.
Yorum Yap