- 22.04.2013 00:00
Âkillerin bir kısmı, kendi doğal refleksleriyle beraber, çatlağını arayan suları bulup onların içine karışıyor.
Hrant Dink’in anlattığı, başına gelmiş bir olay var. Bir gün Sivas’ın bir kazasından yaşlı bir bey Hrant’ı telefonla arıyor. “Oğul, aradık seni bulduk, burada bir yaşlı kadın var, herhalde sizden. Kadın Allah’ın rahmetine kavuştu. Yakınını falan bulursan gönder, gelip alsınlar ya da biz burada namazımızı kılıp gömelim” diyor. “Peki amca ararım” diyor Hrant. Adını, soyadını alıyor kadının, ‘Beatris’ diyorlar, 70 yaşındaymış. Fransa’dan oraya tatile gittiği söyleniyor Hrant’a.
Hrant arayıp araştırıp kadının yakınlarını buluyor hemen. Kadının yakınlarının dükkânlarına gidiyor, “Böyle birini tanır mısınız” diye soruyor. Dükkândaki orta yaşlı kadın “O benim anam” diyor.
Hrant aldığı telefonu anlatıyor, orada öğreniyor, yaşlı kadının İstanbul’a gelmeden, çocuklarını bile görmeden önce memleketi olan Sivas’ın o köyüne gittiğini.
Konuşmalarının ardından, kadın, annesinin cenazesini almak için Sivas’a gidiyor. Ertesi gün köyden Hrant’a telefon ediyor, onu bulduğunu ve annesi olduğunu tespit ettiğini söylüyor. Hrant, telefonda ağlayan kadına, naaşı getirip getirmeyeceğini soruyor. “Abi” diyor Hrant’a gözü yaşlı kadın, “ben getireceğim ama burada bir amca var, bir şeyler diyor”. Sonra da telefonu adama uzatıyor. Hrant adama kızıyor, “Neden ağlatıyorsun kızı” diyor. “Oğlum” diyor adam, “bir şey demedim... Kızım anandır, malındır ama bana sorarsan bırak kalsın, burada gömülsün... Su çatlağını buldu”. Bunun üzerine Hrant da başlıyor hüngür hüngür ağlamaya.
Köylü amca, sarsıcı bir metaforla yaşlı kadının köklerinin bulunduğu topraklara akışını anlatıyor. Önüne set çekilmese, kendi çatlağına akacak ne çok su var bu memlekette. Bütün bu sular kendi çatlaklarını bulduktan sonra hiç tutmadığımız yasları tutmaya başlayacağız herhalde.
İşi biraz doğallığına bıraktığımızda su daima çatlağını buluyor. Âkil insanların bir kısmını, kâh şehit yakınlarının yanında, kâh ‘Cumartesi Anneleri’yle beraber, kâh Uludere’de acılı annelerle birlikte, bir türlü neden öldükleri söylenmediği için tam olarak gömülememiş genç çocukların mezarlarını ziyaret ederken görüyoruz. Âkillerin bir kısmı, kendi doğal refleksleriyle beraber, çatlağını arayan suları bulup onların içine karışıyor. Bulunamayan, gömülemeyen cenazeler nedeniyle yas tutmalarına bile izin verilmeyen, sürekli olarak Araf’ta bekleme çilesi çeken insanları bize gösteriyorlar.
Bir yandan, ruhumuzun sayrılı yanı devreye girip ‘vurup kırmaktan, ölmekten ve öldürmekten bahsediyor’, hiçbir zaman gün yüzü göremeyeceğimizi fısıldıyor kulaklarımıza. Öbür tarafta, özür dilemeden, acı çekmeden, kuru bir akılla bu işleri çözmeye çalışan bir diğer yanımız var. Ve işte bir avuç âkil insanda temsilini bulan, bütün suların akacağı çatlağı işaret eden sağlıklı bir tarafımız da yavaş yavaş sahneye çıkıyor. Bu sağlıklı yanımızı ne kadar duymayı başarabileceğiz, suyun çatlağına kavuşmasına ve usul usul akmasına ne kadar izin vereceğiz, budur bizim kaderimizi tayin edecek olan.
24 Nisan 1915’ten Roboski’ye, yolumuz çok uzun...
Yorum Yap