- 8.02.2013 00:00
Ergenekon ve Balyoz davalarını eleştiren Ricciardone 28 Şubat post-modern darbesi sırasında Amerikan Büyükelçiliği'nde görevliydi.
Bundan üç yıl kadar önce bir gazeteci grubuyla beraber Washington DC’de Pentagon’u ziyaret etmiştim. Her gün kapısında binlerce sivilin kuyruğa girdiği Pentagon için bizim ziyaretimiz fevkalade alelade bir şeydi belki ama biz daha adımımızı atar atmaz her şey çok ilginç görünmüştü gözümüze. Kapıdan girerken Amerika’da asker-sivil arasındaki katı işbölümünün ilk işaretleri gözümüze çarpmaya başlamıştı. Pentagon’un güvenliğini polisin sağlıyor olması hepimizi şaşırtmıştı. Polis kontrolünden geçip içeri girdiğimizde bir kadın yarbay mihmandarlık yapmak üzere yanımıza geldi ve binada bulunduğumuz sürece bize eşlik etti. Ancak iş ‘görüşme’ kısmına gelince yarbay bizi Akdeniz’den sorumlu birimin odasına götürdü ve görüşeceğimiz sivil görevlilerle tanıştırıp bir köşeye çekildi. Sonra yarbay eşliğinde uzun bir Pentagon turuna çıktık. Turun ortalarında bir yerlerde uzunca bir duvarın üzerine konulmuş resimler, yazılar ve açıklamalar, ziyaret sırasında gördüğümüz her şeyin üzerine inşa olduğu felsefeyi özetliyordu: “Asker nasıl sivil denetimin altına girdi” yazan panonun altında Amerikan tarihi bu açıdan anlatılıyordu. Belli ki askeriyle, siviliyle Amerikalılar ordunun bütünüyle sivil otoritenin emri altında olmasından büyük memnuniyet duyuyorlardı. Amerika’nın dünyanın en güçlü ordularından birisine sahip olduğuna hiç şüphe yok. Bu gücün, teknolojik, ekonomik vd. pek çok bileşeni var ama en önemli unsurlardan birisinin de ordunun bütünüyle siyaset dışında ve sivil denetim altında olmasından kaynaklandığını Amerikalılar tabii ki çok iyi biliyorlar.
Amerika kendisi için yaşamsal önemde gördüğü bu ‘askerin sivil denetim altında olması’ meselesini, işbirliği içinde olduğu ülkeler bakımından hiçbir zaman önemsemedi. Tam tersine, pek çok ülkede, sivil siyaseti postalları altında çiğneyen askerlerle çok yakın ilişkiler kurdu, darbeleri destekledi ve bazen de bizzat kendi ajanları vasıtasıyla darbe zeminini hazırladı. Türkiye’de de bütün askeri darbeler Amerika’nın açık ya da örtülü desteği bir biçimde alınarak kotarıldı. Bugün Ergenekon ve Balyoz davalarını eleştiren Amerikan Büyükelçisi Ricciardone, 28 Şubat post-modern darbesi sırasında Amerikan Büyükelçiliği’nde görevliydi. Askerlerin demokrasi ve insan haklarının üzerinden bir silindir gibi geçtikleri o zaman, ne Ricciardone ne de ABD Büyükelçiliği’nden herhangi başka bir görevlinin konuya ilişkin bir çift söz ettiğini ben hatırlamıyorum. Ama aynı Ricciardone çok rahat bir şekilde Ergenekon ve Balyoz davalarını eleştirebiliyor. Ben insan hakları söz konusu olduğunda herkesin herkesi eleştirebileceğini, hiç kimsenin ‘ulusal egemenlik’ gibi zırvaların arkasına sığınmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama insan hakları konusunda eleştiri getirenlerin de kendilerine ve başkalarına farklı standartlar uygulamaması ve ‘seçici’ duyarlılık göstermemeleri gerekir. Darbecileri hiçbir şekilde eleştirmeyip darbecilerin yargılandıkları davaları eleştirenlerin biraz da kendileriyle yüzleşmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılanan darbe girişimlerinin, hükümeti zayıflatma çabalarının yüzde biri kadar bir girişim bile Amerika’da infial uyandırır ve askerlerin çok sert bir şekilde cezalandırılmasına neden olurdu. Güçlü bir ordunun, sağlam bir demokrasinin nasıl işlediğini gayet iyi bilenlerin, darbeleri hiç eleştirmeden, sadece darbecilerin yargılandıkları davaları eleştirmeleri, insan hakları konusunda duyarlılıklarından ziyade, başka ülkeleri kendilerinin sahip oldukları standartlara sahip olmaya layık görmemelerinden kaynaklanıyor. Sayın Ricciardone kusura bakmasın, biz açıklamalarını böyle okuyoruz!
Yorum Yap