- 7.12.2012 00:00
Terazinin bu kadar yanlış ölçtüğü bir yerde de meczuplar deha, basit gerçekleri söyleyen de deli muamelesi görür
Ahmet Altan tarihte kime benziyor diye düşündüğümde Yunanlı Diyojen geliyor aklıma. Hani şu fıçıda yaşayan filozof. Diyojen, çok akıllı, fevkalade hazırcevap bir adamdı. Sözünü hiç sakınmamasıyla tanınırdı. Bir gün yolları Büyük İskender’le kesişmiş. Daha doğrusu, İskender çok methini duyduğu bu adamı görmeye gitmiş. Bakmış Diyojen fıçıda yaşıyor, hemen ona sormuş “Benden ne dilersin?” diye. Diyojen şöyle elini sallamış kayıtsızca ve “Gölge etme başka ihsan istemem senden” demiş.
İskender’in çevresindekilere, “İskender olmasaydım, Diyojen olurdum” dediği rivayet olunur. Ahmet Altan’ı kişilik olarak Diyojen’e benzettim ama Başbakan’ın bu sonu gelmez tazminat davaları devam ederse, bir süre sonra yazarımızın yaşama koşulları da Diyojeninkine benzeyecek gibi görünüyor. Tanrı, her Diyojen’e onu anlayacak bir İskender bahşetmiyor maalesef! Günümüz hükümranları ellerindeki gücü fevkalade ezici bir şekilde kullanabiliyorlar.
Dün gazeteleri açınca Ahmet Altan’ın Başbakan’ın açtığı bir başka davada yeniden tazminata mahkûm edildiğini okudum. Altan’ın, Başbakan’ı Uludere katliamındaki kayıtsızlığından dolayı eleştirdiği yazısı, yazarımıza on beş bin liraya mal olmuş. Mahkeme masraflarını falan da eklediniz mi, bu yekûn neredeyse iki katına ulaşır.
Benim anlayabildiğim kadarıyla Başbakan hayatta pek de mümkün olamayacak bazı şeylerin aynı anda olmasını istiyor. O bir taraftan bütün gücü elinde toplayacak, her konuda kendisi karar verecek, tiyatrodan sinemaya, heykelden TV dizilerine kadar her konuda ahkâm kesecek ama hiç kimse onu eleştirmeyecek. Bütün yazarlar-çizerler vaktini Başbakan’ın sözlerindeki hikmeti bulmak için sarf edecekler. Bu uslu çocuk rolünü oynamayı reddeden birileri çıkınca da hemen mahkemeler aracılığıyla tedip edilecek. Ülkenin can yakıcı meseleleri için sarf edilmiş sözler, sanki kişisel bir gıcıklık nedeniyle söylenmiş gibi muamele görecek. Ve bütün bunların olduğu rejime de demokrasi adı verilecek.
Giderek tuhaf bir durumun içine sürükleniyoruz, akıllı adamların deli, delice şeyler söyleyenlerin de akıllı adam muamelesi gördüğü bir atmosfer oluşuyor. Mesela adamın biri çıkmış, ‘Maneviyat bakanlığı’ kurmaktan bahsediyor. Sözlerine kulak veriyorsunuz, bütün istediğinin TV dizilerine, kitaplara sansür uygulamak olduğunu görüyorsunuz. Belli ki, ‘Muhteşem Yüzyıl’ın savcıların kovuşturmasına uğramaması bizim milletvekiline esin kaynağı olmuş. Ahlak, maneviyat falan deyip TV dizilerini sansürleyecekler. Zannedersiniz ki, adamı televizyonun karşısında bir sandalyeye bağlamışlar ve zorla belli dizileri seyrettiriyorlar.
Dizi gayrı ahlaki mi?
Uludere katliamının üzerini örtbas etmenin, Hrant’ın katline yol açan mahkeme kararının mimarlarından birisini kamu denetçisi seçmenin ima ettiği hiçbir ahlaki problem yok ama insanların kendi iradeleriyle bir diziyi seyretmelerinde büyük bir ahlaki problem var!
Terazilerin bu kadar yanlış ölçtüğü bir yerde de meczuplar deha, basit gerçekleri söyleyenler de deli muamelesi görürler.
Neyse, lafı daha fazla uzatmayayım, bizden bir İskender çıkmıyor belli ki, bari Diyojenlerimizin kıymetini bilelim. Diyojenlerin fıçının içinde kendi iradeleriyle yaşadıkları yere demokrasi, kovulup, itilerek oraya gönderildikleri yere de diktatörlük deniyor. Bakalım hangisine doğru evrileceğiz.
Yorum Yap