- 3.08.2012 00:00
Geçen hafta Taraf’ta, dikkatlerden kaçan küçük bir haber fersiz bir yıldız gibi kayarak geçip gitti, gözlerimizin önünden.
Önlenemez bir aşamaya gelerek artık kendileri için de tehlikeli olmaya başlayınca, Suriye’yi terk etmek zorunda kalan BM Misyonunun en tepedeki yetkilisi General Robert Mood, Norveç’in başkenti Oslo’da yaptığı basın toplantısında, “devlet başkanı Beşşar Esed’in bireysel olarak devrilmesinin an meselesi olduğunu, ancak bunun kimseyi yanıltmaması gerektiğini, zira BAAS rejiminin kurumsal olarak nihai düşüşünün kolay olmayıp aylar hattâ yıllar alabileceğini; Suriye ordu yetkililerinin muhalefet saflarına katılmak için hükümet kademelerini terk edip yeni oluşumların içini doldurmaya başladıkları düşünülürse, BAAS enerjisinin şimdi artık bu kanatta toplandığını ve o yüzden de demokratikleşmenin öyle kolay kolay gerçekleşemeyeceğini” söylemişti.
Bizim Cumhuriyet tarihimizin başlangıcında da, Anadolu halk inisiyatifinin Mondros’tan itibaren kendi kendine toparlanıp geliştiğini gören yenik İttihatçılar, hani nasıl daha sonra Anadolu’ya geçerek duruma el koydular ve hâlâ kurtulamadığımız o meş’um vesayet rejimini başımıza çorap diye ördülerse; üstelik yetmezmiş gibi, kurdukları bu düzeni kutsayarak sorgulatmayacakları bir zırhla da kaplayıp, nasıl büyülenmiş ve sadık nesiller de yetiştirdilerse; işte o yüzden, bu gözlem hiç yabana atılır bir gözlem değildir, bana göre.
Avrupalı general, demek bir çırpıda anlamış, Şark’ın hastalığını. Ama ne hikmetse, o generalin bir solukta kavrayabildiğini bir bizimkiler kavrayamadılar, bir asırdır yazık ki.
Cezayir’de Libya’da Mısır’da, Irak ve Suriye’de; Arap Baharı’nı yaşayan ama bir türlü dinginleşemeyen bütün bu topraklardaki kaosun temel sebeplerinden biri de, tıpkı bizim İttihatçılıktaki gibi, Ortadoğu’nun birkaç yüzyılını alacak çetrefillikteki “BAAS kördüğümü”dür.
Her zaman için Türkiye’de de yapılageldiği üzere, aslında sadece egemen yapının ekmeğine yağ sürmeye yarayan ve “birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde”nakaratıyla çalınan bir ezgi, şimdilerde Arap dünyasına da pompalanarak, o bildik BAAS’çı militarist vesayet ideolojisinin, kurulmak istenen bu yeni düzeni de ele geçirmesi, duruma yeniden egemen olması sağlansın istenmektedir. Türkiye’nin rol-modelliği de, olsa olsa ancak buradadır.
O nedenle bana, Ortadoğu’da cirit atan hegemonik güç oyuncularının, Arap halklarını ayaklandırdıklarından çok, nispeten kendi denetimleri dışında olarak tecelli eden bu hareketleri yeniden eski yataklarına oturtarak sanki yeni bir yüzle imiş gibi izlenimlerle kontrol altına almaya çalışacakları, gerçeğe daha yakınmış gibi görünüyor.
Bunların en tutucusu da, vesayet modeli bakımından “ağabey” konumundaki Türkiye! Hem buraları,“sınırları geçen yüzyılın başında İngilizler tarafından cetvelle çizilmiş yapay devletler ve uyumsuz halklar coğrafyasıdır” diyerek küçümseyen, hem de şimdi kalkıp, “aman mevcut bütünlükler bozulmasın, herkesin sınırları eskisi gibi muhafaza edilsin” diye çırpınıp duran ve ayaklarına kendi ürettiği çelişkiler yumağı dolandığı için her an sendeleyip düşecekmiş gibi insanın yüreğini ağzına getiren Türkiye!
Nitekim “muhalifler güçlendikçe”, ABD ile işbirliği hâlindeki Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye, Suriye ordusundan firar eden generallere kucak açarak, onları yeni oluşuma monte etmeye çalışmaktadırlar.
Buna en son örnek, Esed’in çocukluk arkadaşı artist kılıklı bir general, ilkin Türkiye üzerinden Paris’e kaçırılmış, daha sonra geri getirilerek bakan Davutoğlu marifetiyle “Özgür Suriye Ordusu”na yamanmaya kalkılmıştır.
Ne ki muhalifler, “General Manaf Tlas gibi birini bir kez kabul ettiniz mi, Esed gibi olur ve onu iktidardan indirmek neredeyse imkânsız hâle gelir” diyerek bunu yutmamışlardır. “Biz bir diktatörün yerine bir başkasını koymayacağız” demişlerdir.
Hoş, bu öykünün sonunu hayat gösterecek. Çünkü bizim “Milli Mücadele Başkaldırısı”nda da benzer şekilde, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Anadolu’ya geçerlerken yanlarında getirdikleri İttihatçı zihniyete karşı koymaya çalışan ve kurulacak ilk Meclis’te “ikinci grub”u oluşturan muhalifler çıkmış iseler de, Kemalist ideoloji serpildikçe tasfiye olmaktan kurtulamamışlardı.
Ama buradaki önemli husus, Türkiye hükümetinin Suudilerle ve Katar’la kader birliği içinde, gerici küresel politikalara yatırım yapmaya çalışmakta olduğudur. Bu tutumun ise, mutlaka bir karşılığının bir bedelinin varolacağı, kısa zaman zarfında görülecektir.
Erdoğan’ın Arap halklarının değişimlerinden yanaymış gibi yankılanan söylemlerine karşın, eylemleri, yıkılmaya yüz tutan BAAS’ın tekrardan toparlamasına hizmet edecek mahiyettedir. Türkiye’de de düzenden yana olduğu nasıl sonradan su yüzüne çıktıysa, ayaklanan bütün Arap âleminde sadece liderlerin gitmesini, ama devletlerin ve o gerici sistemlerin mümkün ise Sünnilikten yana biçimlenerek olduğu gibi kalmasını istediği giderek aşikâr bir hâl almaktadır.
Bütün bu yanlış siyasalar “Kürt korkusu” yüzündendir. Kürtleri anlamak ve bağra basmak, hem bölünmeyi durdurup birleştirici bir yola girmemizi, hem de Arap halklarına hak ettikleri özgürlükleri çok görmeyen yüreğimizin sesini duymamızı sağlayacaktır.
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap