- 20.07.2012 00:00
İktidarının bu üçüncü dönemindeki gerici siyasetinin merkezini, bir ve ikinci dönemlerin çağdaşlıklarından bir hayli uzaklaşmış olarak Milli Görüş çizgisindeki kadim hastalığının argümanları olan dinci/ mezhepçi ve milliyetçi değerlerle yeniden kurmak suretiyle içini bu yönde doldurmaya karar vermiş görünen Erdoğan’ın, seçilmeyi amaçladığı Cumhurbaşkanlığı hedefine rahatça ulaşabilmek için, orduyla da artık iyi geçinmeye çalışması ve o nedenle de ilişkilerinin uyumla sürdüğü izlenimlerini vermesi, acaba ne kadar gerçekçidir dersiniz?
Doğru mudur bu görüntü? Ordu, bu maksatlar için tasarlanmış bir zokayı yutar mı sizce hiç? Ya da, ortada bir zoka varsa onu kim yutar? Halk mı, entelektüeller mi, generaller mi, Erdoğan mı?
Bir hükümeti güçlü kılan sadece yüksek oy oranı mıdır sanıyorsunuz? Darbelerle devrilen Demirel’in nasıldı aldığı oy miktarları hatırlamıyor musunuz?
Zira toplumun dinamizminden gürül gürül neş’et ederek herkesi sarmalayan ve muhaliflerin dahi kabullenmekten başka çareleri kalmayan; önünde duramayarak boyun eğecekleri o sihirli “meşruiyet iklimi” yoksa, kim takar sanıyorsunuz sizin sandık hesabınızı?
Kaldı ki, Türkiye’nin toplumsal bedenini çelik putrellerle sarmalamış bulunan militarizmin vesayetini, aptallıklar festivalinin balonlarındaki helyum gazı gibi bir lâhzada uçacak sanmak, ayrıca nasıl bir gaflet oladır ki?
Hem üstelik Silahlı Kuvvetlerin bu son komuta heyeti de, arkalarını dolduran reformistliklerden artık saptıkları için kurmay ve generallerin önemli bir bölümünü dağıtarak hapislere attıkları o tutumları nedeniyle giderek sadece intikamcılara benzemeye yüz tutan ve zaten sosyopolitik görüşlerine de oldum bittim ifrit oldukları bu siyasal harekete, yetiştikleri köklü eğilimlerin hilâfına olarak ne diye biat etsinler ki? Ne farkları var bu generallerin, diğer generallerden?
O hâlde olan biten ne? Nasıl okunmalıdır, sanki işinin ehli bir aslan terbiyecisiyle imişler gibi sergiledikleri o yumuşak başlı görüntüler? Bir izahı olması gerekmez mi bunun?
Ama önce birkaç tespit yapalım:
Askerlikte bir kural vardır. “Taarruzun durduğu yerden taarruza devam edilmez.”Sürdürmekte olduğunuz harekâtınız olumlu bir gelişme göstermiyorsa, demek ki orası hasmınızın kuvvet çoğunluğunun olduğu bir yerdir. Sıklet merkezinizi derhâl bir başka alana kaydırmaz da tavrınızda ısrar ederseniz, boyuna asker kırdırırsınız.
Daha önceki komuta heyetleri hep aynı tavrı göstererek, ya istifa etmekle yetindiler, ya da kendileri de içeriye tıkıldılar. Bu durum, ordunun kendi problemleri bakımından hiçbir işe yaramamıştır.
Her konuda olduğu gibi, meseleyi o zaviyeden de kavrayamayıp küçük düşünen kimi meslektaşlarının sövüp saymalarını dahi göze alan bu ekip ise, aynı şeyi yapmadı.
Bunun bir sebebi de, bir önceki 30 Ağustos’a birkaç gün kala topluca verilmiş olan istifalar yüzünden, ilk kez olarak en tepeye hep birlikte yerleşmiş olan en önemli mevkilerdeki dört generalin dördünün de aynı “devre arkadaşlığı”ndan gelen müthiş uyumluluklarıdır.
Hasbelkader benim de aynı devreden olduğum Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, 1. Ve 3. Ordu Komutanları, aynı karavanaya kaşık sallayarak aynı koğuşlarda yatmış, aynı çatılara tüfek çatarak çocukluklarından beridir süren rekabetlerinin de artık sona erdiği bu günlere ve makamlara hep birlikte varmış olan “sınıf arkadaşları”dırlar.
Muvazzaf subayların devre arkadaşlığı, sivillerin anlamakta güçlük çekeceği bir öneme sahiptir. Çünkü askerlikte, nasıl ki “eşekten post, üstten de dost” olamaz ise, muvazzafların ömrübillâh sığınacakları en emin liman, daima sadece ve sadece kendi devre arkadaşlıklarının “klân”ı olacaktır.Bir alt ya da bir üst sınıftan gelmek, ağzınızla kuş tutsanız bile mutlaka mesafeli durulacak geleneksel bir kırılma hattıdır.
İşte o yüzden şimdiki ordu yöneticilerinin bu tip sorunları olmayıp, tasarlayabilecekleri plân ve projelerini, “kafa dengi” olmanın en optimum noktalarına kadar taşıyabilme yetisini haizdirler.
Ayrıca, derin tecrübelerinden yararlanmak üzere bilgi alışverişinde bulunabilecekleri eski Genelkurmay Başkanlarından Kıvrıkoğlu gibi ağzı sıkı bir “amca”ları da vardır ki; zaten aynı ekolün diğer ucundaki eski Genelkurmay Başkanı Karadayı da, Meclis’in Darbeleri Soruşturma Komisyonu’na verdiği geçenlerdeki ifadesinde, “Ne 28 Şubat’ı, öyle bir şey mi varmış? Benim haberim yok!”diyerek, “yargıçlar nasıl kararlarıyla konuşurlarsa, generaller de darbeleriyle konuşurlar” prensibinden hareketle, Çevik Bir yahut Çetin Doğan gibi boşboğaz generalleri gıyaplarında bir güzel haşlayarak, ideal bir generalin ne karatta olacağını temsilen de göstermiştir.
“Bundan sonraki süreçlerin kontrolü ve tutuklanmamalar” garantiye alınmış olmakla birlikte, bu komuta heyeti, Silivri’dekiler, Hasdal’dakiler vs. salıverilmedikçe mutlu olamayacaklarmış gibi görünüyorlar. Cemil Çiçek’in umduğu üzere, eğer hakimler 3.Yargı Paketindeki mesajı alamazlar da, başta Başbuğ olmak üzere bütün generalleri serbest bırakmazlar ise; aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık hâllerindeki Erdoğan’ın sonbahardaki 4.Yargı Paketi, bu akşam alacasının hüznünü son defa olarak artık bütün açıklığı ile gidermedikçe, “yumuşak atın çitmesi sert olur” mucibince, külâhların değişilebileceği bir noktaya gelinmesi işten bile sayılmayacaktır.
Aslında başlangıçta her türlü reforma açık kapı bırakmışlarken, şimdi bunlar öyle kolayına kaçıp istifa da etmezler. Yâni anlayacağınız, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hevesi ilkin kendisine, ama daha çok da Türkiye halkına epeyi pahalıya patlayacağa benziyor.
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap