- 18.06.2012 00:00
Son birkaç günün gazete haberlerini alt alta sıralayınca, olumluya giden hiçbir şeyin olmadığını görüp kederlenmemek elde değil, doğrusu.
Meselâ yan yana duran iki haber şöyle:
Elli iki eskort kız, subay kıyafetleriyle kışlalara sızıp birlikte oldukları subaylara şantaj yaparak, elde ettikleri gizli belgelerle casusluk yapıyorlarmış.
Ama öte yandan, Ombudsmanlık olarak da bilinen TBMM’ye bağlı “Kamu Denetçiliği Kurumu”yasası, askerî faaliyetleri denetimi dışında bırakarak yasalaşabiliyor.
Denetimsizlik yüzünden ne hâle geldiğini bir türlü anlatamadığımız TSK’nın, değme casusluk filmlerine taş çıkartan ilişkilerinin pazara çıkarıldığı gün, fahişelerin casusluk için girebildiği fakat Meclis’in denetlemek için giremediği bir yapı olarak muhafaza edilmesi; insana âdetâ, olsa olsa bu bir kamera şakasıdır, duygusu veriyor.
Bir başka haber ise şu:
12 Eylül’de idam edilen Veysel Güney’in cenazesini ailesine teslim etmeyip yok eden dönemin görevli subayı, tırım tırım aranıp da bulunamazken, güven ve huzur içinde rahat rahat fink attığı öğreniliyor, orduevlerinde.
Böyle mi olmalıydı?
Yok canından kopararak verdiği vergilerle, adam olsunlar diye okutup meslek sahibi yaptığı ve ömürleri boyunca kendilerinin bile imreneceği hayatlar sunduğu subayların, bunu bahşeden o mazlum halka, karşılığında göstereceği sadece ve sadece bir tek “sadakat” de olamıyorsa, neye yaradı şimdi bu, dinine yandığım, söyler misiniz?
Kışlaları, hastaneleri, orduevlerini, kamp ve lojmanları babalarının çiftliğine çevirip, halka karşı işlenmiş suçların zulası yapan bu Kırk Harami çamuruna, nasıl oldu da gelip saplandı bu ordu?
Konforlu yaşamlarında kasım kasım kasılırlarken tığ gibi görünen generaller, bulaştıkları suçun hesabını vermeye gelince, içi çürümüş kof ağaçlar gibi aylarca GATA’da yatarak, halkın elinden resmen kaçırılmadılar mı, göz göre göre?
Genelkurmay’da hukuk müşavirliği yapan hâkim generaller bile, darbeci paşaların yasadışı faaliyetlerine hukuki kılıflar bulmak üzere, “Baba filmindeki Corleone ailesi”nin avukatı gibi çalışmamışlar mıydı, daha düne kadar?
Bütün bu yapılanları hak ediyor muydu bu halk ki, “hey, kendinize gelin!” diyen çıkmadı, çoğu kendini sözümona aydın sanan CHP’li, solcu, ilerici kimselerden?
“Erdoğan düşmanlığı” öylesine bürümüş ki gözlerini, darbelerde en çok biz çekmiştik deyiverip, utanmadan çalışmadılar mı ve çalışmıyorlar mı hâlâ da, darbecileri kurtarmak için canhıraş?
Ama hadi, hadi gene iyisiniz. Gene sizin dediğiniz olacağa benziyor, sonuçta. Teslim etmek gerekir ki, siz kazandınız. Nihayetinde gide gide, trajedi ile komedinin sularının birbirine karıştığı o girdaplı yere varacağız, anlaşılan.
Zira bir başka haber ne diyordu, sessiz sedasız? Bir de ona bakalım:
HSYK’nın Yaz Kararnamesi’yle görev yeri değişen Balyoz savcısından sonra tek başına kalan diğer savcı, davanın duruşmalara girmeyen avukatlar yüzünden tıkandığını, bu durumda Başsavcılığın davayı bir başka yargı yerine taşıması gerektiğini ileri sürünce, zaten hanidir içine düştüğü cendereden nasıl sıyrılacağını muhtemelen kara kara düşünen mahkeme de, o doğrultuda bastı kararını ve oh be diyerek kurtardı kendini.
Böylece Balyoz davasında, tam da kuyruğuna gelinmişken, dosya sanki cami avlusuna bırakılarak bir güzel sıvışılmış oldu, fırsat bu fırsat.
Şimdi kapı kapı dolaşıp, karar verme cesareti gösterecek saftirikler aranacağa benziyor; ama korkmayın, bulamazlar. Artık hiç kimse aptal değil çünkü.
Hükümet olarak o zamanlar aklınız neredeydi de, şimdi kalkmış kendi kurduğunuz ÖYM’ler için“demokrasilerde böyle mahkemelere yer yoktur” diyerek ve davaların arkasındaki siyasal iradenizi geri çekerek, yargıçlara savcılara madik atıyorsunuz; kim yer, kim yutar zokanızı?
Ayrıca bu davalar başından beri de yanlış-yunluş sürdürülüp durdu, boyuna. Türkiye halkına karşı işlenmiş ihanetin devasa şemaili ortalıkta dururken, “TC İcra Vekilleri Heyeti’ni cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs” gibi sadece dar anlamdaki bir iktidarı hedefleyen ve o yüzden de toplumdaki iktidar muhaliflerini hukukun yanına çekmeyen, Nuh Nebi’den kalma teknik bir hükümle; yahut belki kanunda failleri suçlamaya yarayacak doğru dürüst başkaca suçlar düzenlenmediği için de olsa gerek, bu kadarla yetinilmişti.
Şaşmamak lâzım gelir ki, daha düne kadar Genelkurmay başkanlarının nerede ve nasıl yargılanacakları dahi öngörülmeyip, tanzim edilmemiş bir ülke idi burası.
Politikacılar ve hâttâ hukukçular bile, teşebbüsün cezalandırılmasını, fakat eğer can gitmişse nasıl olsa geri gelmeyeceği için, cinayetin işlenmesi hâlinde âdetâ artık cezaya gerek kalmadığını dillendirmekteki gibi sakat ve gülünç bir mantaliteyle akıl yürütür ve söyler dururlar hâlâ; darbelerin teşebbüste kalırlar ise cezaya, gerçekleşirler ise meşruiyete müstahak olduğunu, bu memlekette.
Ben onu bunu bilmem; bir darbe gerçekleşse de suçtur, gerçekleşmese de. Siz hele bir yazın bakalım kanuna da; gün olur, devran döner, çıkar sorulur hesabı.
Ayrıca, toplumu ideolojik kayıtlar altında tutan “...değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” tarzında dayatmalar var ya hani, işte o tavrı asıl burada devreye soksanız olmuyor mu?“Darbeciler hedeflerini gerçekleştirseler bile müeyyideden kurtulamazlar. Bu husustaki yasa hükümleri değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez” demek çok mu zor geliyor size?
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap