- 24.02.2012 00:00
Geçen hafta Irak Kürdistanı’nın başkenti Erbil’de, 1946’da kurulup ancak bir yıl kadar yaşayan, İran’daki “Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni anma konferansı” düzenlendi. Davetlisi oldukları bu etkinliğe, BDP’li ve DTK’lı Selahattin Demirtaş, Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Leyla Zana, Sırrı Sakık, Nazmi Gür gibi Türkiyeli Kürtler de katıldılar.
Konferansta konuşan Barzani, “Kürtlerin, artık haklarını elde etme zamanı geldi” demiş.“Kürdistan’ın (Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki) her parçasının kendine özgü özellikleri var. Ve hepsinin, kendi kaderlerini tayin etme hakkı da var! Ne ki, bu sorunların artık barışçıl yöntemlerle çözülmesi gerekiyor. Çünkü diyalog yolu seçilirse, o ülkelerle ilişkiler dostane ve uzun soluklu olabilecek.”
Bir Türk olarak kendi aklım, kendi fikrim ve kendi vicdanım nedeniyle, Türkiye’nin gerek resmî ideolojisinin papağanlığına, gerekse her iki tarafın paramiliter örgütlerinin sırtlarını sıvazlamaya kalkarak, tarihin çöplüğüne düşecek adaylardan biri olmaya hiç niyetim olmadığı için; “Kürt Sorunu”nun da artık, güzellikle yapılabilecek olanların, savaşla ve terörle elde edilebileceklerden daha sağlıklı, daha uzun ömürlü ve daha meşru olacağı bir sürece gelindiğine, ben de gönülden inanıyorum.
Zaten yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimizle olan ilişkimize, tıpkı “geleneksel yaşama biçimi”ne tekabül eden bu geniş pederşahi ev ortamından, artık her şeyi yeniden ele alıp gözden geçirmek zorunda kaldığımız “modern yaşama biçimi”ne geçişin sosyo-politik bir tezahürü olarak bakıyorum.
Sanki, iki erişkin kardeşin eş ve çocuklarıyla birlikte, modeli eski bir evin çatısı altında, babadan kalma yöntemlerle sürdürdükleri ve o yüzden de biteviye sürtüştükleri bir yaşama biçimini andırıyor, bu başa gelenler, bu olup bitenler, diye düşünüyorum.
Türkleri temsil eden ağabey, geleneksel hanedeki yönetimi de, denetimi de bencilce elinde tutarak, tarlaların nasıl ekilip biçileceğinden tutun da, mutfağın nasıl çekip çevrileceğine, “artık ürün”ün ne şekilde üleşileceğine kadar, her konudaki egemenliğini sorunsuz, dikensiz sürdürmek istiyor. Kendisini dededen kalma mitlere ve söylencelere, sadece kendisi kadarlık kaptırıp, dediğim dedik- çaldığım düdük havalarıyla, şişindikçe şişiniyor.
Kürtleri simgeleyen küçük kardeş ile karısı da, geceleyin odalarına çekilip, kendi çocuklarının geleceğini düşünme vaktinin çoktan gelip çattığını, böyle giderse yarın- öbür gün onların da ağabeyin çocuklarının eline bakar hâle düşeceklerini, aynı damın altında sürgit böyle yaşanamayacağını, baba ocağında sığıntı gibi kaldıklarını, fısır fısır söyleyerek ve birbirlerini doldurarak sabahı ediyorlar, âdetâ.
Kasabada, kentte başka türlü bir dünya, başka türlü haklar ve ilişkiler varmış, hak getire! Ağabeyiyle konuşmak ne mümkün; çıtlatacak olsa, öfkelenip küplere binmesine yetiyor da artıyor, imâsı bile bunların.
Üstelik yetmezmiş gibi, bir de yeni bir durum çıkmasın mı ortaya!
Aslında küçük kardeş, ebeveynleri daha bebekken ölen ve kendilerine düşen malları da pay edilerek,“besleme” niyetine konu-komşuya (Türkiye, İran, Irak, Suriye) verilen, dört kardeşten biri değil miymiş meğerse! Şimdi büyüyünce de, durumu öğrenip, birbirleriyle ilişkiye geçmeye kalkmasınlar mı, bir yandan da!
Görün bakalım nasıl şeymiş, belâyı!
Hayır! Bu çıkmazdan çıkmak gene de mümkündür. Lâkin, dürüst ve adil olmak suretiyle, tabii. Öyle“kan edebiyatı”yla da değil, ayrıca. Hem görüyorsunuz ki, kan dökme konusunda sizlerden aşağı kalır yanları yok, Kürtlerin de.
“Kanla alınanın meşruluğu” tezi, bugün artık anakronik bir önermedir. “Hukukun üstünlüğü”ilkesine aykırıdır ve geçerliliğini yitirmiştir, yeryüzünde.
Kaldı ki, aklınızı başınıza devşirip hukuktan yana çıkarsanız, bu size de iyi gelecektir. Karnınızı imparatorluk günlerinden kalma lâflarla doyuracağınıza, dönün de çevrenize bakın bir. Sizin beş yıllık ihracatınızın toplamı tutarında bir harcama ile, ikisi helikopterler için olmak üzere yüz savaş gemisi, altı yüz savaş uçağı ve bin tane kadar da helikopter alıyor, Rusya, aynı zaman diliminde.
Enerjinizi, kardeşinizin dilini kesmeye harcayacağınıza, oturun da başınıza gelebilecek tehlikeleri hesap ederek, önlem almanın yollarını arayın.
Eğer Kürt kardeşinizi gerçekten seviyorsanız, babadan kalma yöntemlerle ve bu demode evle yapamazsınız, artık. Onun yerine çağdaş bir yapı kurarsanız, birlikteliğiniz sürer. Kendi öz kardeşleriyle ilişkisi devam etse bile, hiç korkmayın; daha zengin ve daha dingin yaşama biçimi ile, aynı evde büyümenin alışkanlıkları ve kültürü yüzünden, rahatını kaçıracağı maceralara girip de düzenini bozmaz.
Fakat böyle yapmazsanız, kaybeden hem o, hem de siz olursunuz.
Türkiye’nin geleneksel hane halklarının genel yapısı, eski olanın yitip gittiği köylük yerlerde böyle çözüldü ve yeni biçimler aldı. Tüm evler bu yolla parçalandı. Ağabeyler, kardeşler, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler, devasa evin küçülüp rasyonelleşmesi sürecindeki tarla tezek savaşlarında birbirlerine girdiler. Hem topraklar parçalandı, hem verimlilikler düştü, hem de sevgilerinden oldular.
Bu ülkede hiç kimsenin yabancısı olmadığı, sosyolojik bir süreçtir bu. Neredeyse her evin çektiği bir çileyi, esasında bu kez de etnisiteler ölçeğinde sürdürdüğümüz ve siyasal olarak yeniden yapılanmayı gerektiren, gene o bildik serüvendir, galiba bu yaşamakta olduğumuz.
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap