- 9.12.2011 00:00
Hakikaten ne ilginç, ne hoş olurdu, değil mi? Başbakan, “iddianame” filan gibi konuların yanı sıra,“sizler bizim haso adamlarımızsınız” deyip; meselâ kimi kanun tekliflerinin hazırlanmasını da tutup bize pas etseydi, “taraf” olarak oturup biz yazsaydık, ne kıyak olurdu ama.
Ketenpereye getirmek amacıyla yapılmış olsa da, çok tuttum valla ben bu hayalgücünü. Düşünsenize,“bir zahmet, siz hazırlayıverin de kanunlaştıralım” diyerek, bir bakmışsınız, “ordu reformu”nu bizim gazeteden istemişler. Eh, ucundan kenarından da olsa, sanırım bana da ekmek çıkardı herhalde, bu durumda. “Kafana göre, yaz bakalım bir şeyler” derlerdi bana da, bizimkiler.
Fakat hemen öyle heveslenmesin kimseler. Durun bakalım az biraz. Akıllandım çok şükür. Artık hiç kimse, mandepsiye de, katakulliye de getiremez beni. Tufaya düşüremezler.
Lan oğlum, dünyanın enayisi bir tek biz miyiz? Eskiden olsaydı, Sayın Başbakana derdim ki, “yav Sayın Başbakan, devrim yapacağız diye bir havalara girdin; biz de gerçekten yapacağını sandık, lâkin sonu tırışka çıktı. Sen yapmayacaksan, bırak da bari biz yapalım”. Tamı tamına böyle söylerdim. Bu işler, ah bir bize düşecekti ki, o zaman görecektiniz. Aklınız durur, bir de tavana vururdu. Topunun tozunu attırır, ne biçim devrim yapardık balıklama dalarak, biliyonuz mu?
Ama şimdi, hiç kusura kalmayın, beygir terli artık. İşe bak! Adamlar Karpuzkaldıran’ı Metris’e taşıyacaklar, bizse hâlâ “demokrasilerde silahlı kuvvetler, yok şöyle olmalıdır, yok böyle olmalıdır” diye vaaz irşat eyleyerek, sağa sola racon keseceğiz, ha? Yok ya, keriz miyiz biz?
Geçtik yüzme havuzunu, mini barı, jakuzili banyoyu; daha benim evimde LCD televizyon bile yok. El kadar bu şeyin, hâlâ merdanelisini(!) kullanıyoruz biz. Açık-kapalı spor alanları, tenis kortları, golf sahaları, sauna... bilardo, briç-bezik imkânları sunan, içki ve meşrubat servisinin yapıldığı gazino... ne bu ya! Bungee Jumping tesisini yapmayı unutmuşlar, sanki bir tek.
Yer miyim bu saatten sonra? Ben de kendi malakama bakarım arkadaş; ona göre yazarım yazacaklarımı. Getirisini, götürüsünü kollarım her şeyin, bundan böyle. Malûm; “beyazlar”ın arasından kopup geldiğim için, başta kırk yıllık arkadaşlarım olmak üzere, zaten ne kadar tanıyanım varsa, silmişlerdi beni defterlerinden. En çok seven askerî okul hocam bile duyunca, alı al moru mor,“Yılmaz Özdil ile Bekir Coşkun’dan ilham almamı” önermiş ve “gözüne dizine dursun, onca öğrettiklerim” der gibi, bir daha yüzüme dahi bakmamıştı; Taraf’ta yazmaya başlayacağımı helecanla söylediğimde, iki yıl önce.
Belli mi olur, bakarsın ilişkilerimi onarırım da; yeniden orduevlerine gider gelirim, eskisi gibi. Askerî kantinlerden alışveriş yapar, restoranlarda filan ucuz yemekler yer, boku bokuna (aman dilim sürçtü, afedersiniz), boşu boşuna KDV de ödemem, hem. “Hindistan’ı sömüren İngilizlerin ordusu bile, böyle yapmadı o halka” demekle, ne geçti elime, yalnızlıktan başka? Bana mı kaldı, bunları yazıp çizmek, salak gibi?
Birbirlerini yiyorlarmış görüntüsü veren partilerin, aslında her türlü şikeyi yapmaya ne denli müsait olduklarını, şike yasasındaki anlaşmaları göstermeyecek de, daha ne gösterecek, bana?
Üstelik, yapılmayanların yapılması için bastıran bir kamuoyu baskısı da yok, görünürde. Herkes kendi dalgası, dubarasındayken; tek denyo ben miyim, yâni şimdi?
Her dönemin icmâli yapılıp muhasebesi bağlandığında, yan ürün olarak açığa çıkanların fatura bedellerini ödeyecek birileri bulunur daima. Fakat bu sefer, kafaya koydum onlardan olmayacağım; sakata gelmeyeceğim, mantara basmayacağım, tongaya düşmeyeceğim.
Sayıştay yasası evrilip çevrilmiş; eskiden olduğu gibi o bildik yol seçilerek, TSK harcamalarının denetimi gene önlenmişmiş. Ne yâni, kafalar öylecene dururken, başka türlü yasa yapsan ne yazar! Hazineyi koruması için oraya dikilmiş olan Mal Müdürü, yalaka bir erkete olarak, askeriyenin îtâ âmiri konumundaki generali telefonla arayıp, “fatura neyin uydurun da, tahsisatınızın bakiyesi düyuna kalmasın, sayın paşam” diye uyarmak suretiyle, sanki babasının çiftliğinden bonkörlük taslıyordu, mali yılın sonuna doğru.
O yüzden yağma yok, akıllandım ben artık. Kamu kurumları, mahkemelere istedikleri bilgi ve belgeleri vermeyecekler... “Devlet sırrı” gibi muğlak kavramlara sığınarak, yeryüzünde sadece kendi toplumunun bihaber olacağı sakınmalarla, kulaklarımız tıkalı, gözlerimiz kör kalacak... Sonra da ben,“bunların yaptığı Cumhuriyet’i korumak ve kollamak değildir. Aslında bütün yapmış oldukları, resmî ideolojinin doksan yıllık yalanlarını koruyup, kollamaktır” diyeceğim, öyle mi?
Nah! demek var ya, lâkin terbiyem müsait değil.
Buldunuz andavallıyı, “yaz bakalım, ordu reformu nasıl olur?” Yok ya, başka sıkıntınız? Karpuzkaldıran Kampı’nın müdürü olan albayın, Metris Cezaevi’ne tayin edilmesini önereyim de, görün gününüzü. Hiç değilse, çorbada bizim de tuzumuz olur hem, beğenecekleri.
Nasıl? Nihayet çakazlamış mıyım ben de, dönen dümenleri? Birazcık olsun, akıllanmış mıyım artık? Yapabilir miyim dersiniz, bu söylediklerimi de?
Yorum Yap