- 31.10.2011 00:00
Nerede olurlarsa olsunlar, dünyanın yüzde 99’ları, 222 sene öncesinin Fransa’sındaki “baldırı çıplaklar”ın yaptıkları gibi, şimdilerin yüzde 1’lik “faiz ve rant aristokrasileri”ne karşı biriken öfkelerini, küresel bir başkaldırıya yeniden çevireceğe benziyorlar.
Büyük savaştan beridir giderek yükselmiş olan dünyanın refah çıtası, küresel olsun yerel ölçeklerde olsun, zenginliklerin dengesiz üleşimleri yüzünden, artık dikiş tutmayan krizlerin bir kez daha temel konusu haline geliyor.
Fütursuzca çevrilerek köpürtülen ve şişirilen menkul değerlerin havalarda uçuşan kâğıtlarındaki sihirler, dünyanın “Wall Street”le simgeleşen kumarhanelerinde bozulunca; bunun müsebbibi olan faiz ve rantın küresel uyanıkları, zarar-ziyanlarını ödetmek suretiyle telâfi olacakları karakalabalıkları, şimdi artık eskisi kadar kolay bulamıyorlar, belli ki.
Kendi özelimize baktığımızda ise, varsıllıkların üleşimindeki adaletsizlik ve hakkaniyetsizliklerde, Türkiye, birincilikleri kimseciklere kaptıracak gibi de gözükmüyor.
Geleneksel yastık altını henüz harekete geçiremeyen borsa oyunları ve diğer finansal hareketler, şimdilik sadece kamu kaynaklarını emen global oltacıları ve onların yerli uzantılarını mest etmeye yarıyor.
Fakat asıl rant, ne vakit ele üç-beş kuruş geçse, hemen kum-çakıl-çimentoya harcanan gayrımenkul sektöründe dönmektedir. Cumhuriyet tarihinin nispeten liberal ve kapitalistik izlenimler veren süreçleri sayabileceğimiz Menderes-Özal-Erdoğan dönemlerinin ortak paydası, birazcık palazlanılmaya görülsün, altyapı bayındırlıklarından ziyade, kanımca, konut seferberliklerine kapılmış olmalardır.
Braudel, Akdeniz’in her iki ucunda, birbirleriyle didişen imparatorluklar olan Osmanlılar’la İspanyollar’ın, o sıralardaki Dünya Ekonomi Sistemi’ni sırtlanmaya niyetlendikleri hegemonik yaklaşımlardan, birdenbire vazgeçerek içlerine kapandıklarını, 16. yüzyıl itibariyle toprağa dönerek territorial bir sessizliğe büründüklerini, anlatıp durmuştu kitaplarında.
Gerçekten de, Habsburg tacını başına ilk koyan II. Felipe, Avrupa’yı avuçlarına almak üzere, sarayını deniz seviyesinden aşağıda kalan “alçak ülkeler”deki –AB’nin şimdiki başkenti– Brüksel’e taşımıştı. Fakat sonradan, İspanyol pre-kapitalizmi burjuvalaşma yerine aristokratikleşmeyi seçecek ve toprağa dönüverecektir. Böylece, Modern Dünya Sistemi’nin bayrak yarışındaki flamayı, Katoliklerin bir daha asla taşıyamayacakları bir sürece de girilmiş olacaktır. Nitekim, sonraki yüzyıllardan günümüze kadarki kapitalistik olgu, genellikle “Kuzey”de tecelli etmiş; ve ortak payda da, toprağın, enerjileri tüketip ayakbağı olamayacağı anlayışlarca belirlenmiştir.
O yüzden, Kuzey’in sanayi devriminde ve dünya egemenliğinde gayrımenkul zenginliği yoktur. Her şeyin olduğu gibi, “kapital”in de mezarı topraktır, çünkü.
Üstelik bir deprem ülkesi olan Türkiye’nin, İstanbul’dan tâ İskenderun’a tüm kıyıları, bir karış yer kalmayasıya konut tarlası iken, hâlâ barınma meselelerini çözebilmiş de değildir. Zira bütün evler, bütün taşınmazlar yalnızca parası olan rantiyelerin mülkiyetindedir. Türkiye’de, paraları olanlar ev ve işyeri biriktirmekte, paraları bir türlü olamayanları, barınma problemleri ve kurdukları iş üzerinden kiracılaştırarak, sömürmektedirler.
Prodhon, “mülkiyet hırsızlıktır” der. Hadi biz onun kadar ileri gitmeyelim; ama konutu olmayan yoksulların yerine, yeni inşaatlardaki daireler bile, bu kesimler için üretilmekte ve sırttan geçinmeleri teşvik edilmektedir. Bu kadar çok taşınmaz delisi olmak, oturduğunun dışında bir sürü konut alıp, insanları barınma ihtiyaçları üzerinden sağmak, bence, bu toplumun ve giderek siyasanın çözmesi gereken ahlâki bir sorun niteliğindedir.
Sanılanın aksine, bu durum sosyalizmden önce kapitalizme de aykırıdır. Bir işletmecilik biçimi olarak neyse de; rant, bugün meşru gibi gözükse dahi, geleceğin irad biçimi olarak sürdürülemez. İlerisinin kazanç kaynakları böyle şeyler olamazlar. Bir kere bu, üretken bir şey de sayılmaz. Olsa olsa, tabiattaki sülüklerin, parazitlerin beslenme biçimlerine denk düşerler ve sadece onları çağrıştırırlar.
Bir ülkenin zenginlikleri, insanlara elbet de bordrolar düzenleyip dağıtılmazlar. Tilki kurnazlıklarına karşın, kırılgan leyleklerin önlerine konan, gagalarına uygun derinliklerdeki kaplar misali politikalar marifetiyle, adil pay almaları gözetilmelidir.
Aynı şekilde, konut edindirmeler, taşınmaz biriktirmeye yeltenecek olanların ceplerini yakan caydırıcılıkları içermeli; asıl, sadece evsiz yoksulların ev sahibi olmaları teşvik edilmelidir.
Bir saptama olarak belirtelim ki; Türkiye’de kendilerini akılları sıra solcu diye yutturmaya çalışanlar, genellikle CHP çizgisinde ve Kemalist ideolojide öbeklenen rantiye kesimlerdir.
Son olarak, bu toplumun “karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeme”nin âdetâ yansıması mahiyetinde bir meşguliyetle, bu tip sorunlarını gözden kaçırmasında ve “örtme kuvvetlerinin yaptıkları oyalama muharebeleri”ne benzer bir işlevi yerine getirerek, çareler arayacağı asıl dertlerine bir türlü gelememesinde oynadığı rolün, sürmekte olan terörün asli işlevi olduğu da katiyen gözden kaçırılmamalıdır.
Yorum Yap