- 22.02.2016 00:00
Hadi diyelim, havacılıkta nispeten küresel ve teknik bir paydada buluşmak mümkün olduğu için, İncirlik’e gelerek Suriye bombardımanına katılacak Suudi Arabistan savaş uçakları bakımından bir problem yok!
Ama durum bu kadarla kalmıyor ki!
Birlikte “kara harekâtı” da yapılabileceği söyleniyor ve hükümetten bu hususta herhangi bir yalanlamanın veya “doğrusu şudur” şeklinde net bir açıklamanın geldiği de yok!
Siz “ordu” olmayı ne sanıyorsunuz, kuzum?
Canınızın çektiği her şekle sokabileceğinizi mi?
Askerlik, bir bardak su bile içilecek olsa, esasları önceden belirlenmiş ve eğitimleri yapılmış, bir sistem dâhilinde plânlanarak, prova edilerek icra edilen bir organizasyondur.
Bir ilkokul müsameresinde ezber ve provalar olmadan “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler”i dahi sahneye koyamazken, askerî konseptleri birbirinden çok farklı olan unsurları yan yana getirebileceğinizi nasıl düşünürsünüz?
Bu iş size, askerde kantin subayı iken çeşitli firmalara ait bisküvi çeşitlerini aynı rafa dizmek gibi mi görünüyor?
Taktik ve stratejileriyle, harp silah, araç ve teknikleriyle kendine özgü bir askerî kültür ve örgütlenme biçimi ihtiva eden NATO’nun yarım yüzyıldan fazladır üyesi durumundaki Türk Ordusu’nu, bu sistemin dışında bir organizasyona tabi tutmaya kalkmak, “karbon sistemi”ne göre vücut bulmuş bir canlıya su yerine amonyak içirmeye benzer.
Fotosentezle beslenen bir bitkiyle bir memeliyi mönüsü aynı sofrada oturtmaktan hiçbir farkı yoktur.
Birinin askerî terbiyesinde “nefes kesip istinada getirmeden” tüfeğin tetiğine bile dokunamamak vardır; diğerinkinde bir şarjörü havaya rastgele boşaltmak.
Biri her bir atış görevinden sonra tek tek hedef tahtasındaki vuruşlarının sonuçlarına göre tüfeğinin “nişan hattı- atış hattı” sıfırlamasını yaparken bile üçer mermilik cephane disiplinine uyarken, diğeri her alandaki petrol geliri arsızlıklarını burada da sergiler.
Birinin askerî kültüründe ele geçirdiği düşmanın kellesini kesmek vardır, diğerinde savaş suçlusu olarak hukuka teslim etmek.
Eğer son zamanlarda burada da ters giden bir şeyler varsa, Ortadoğu vandallıklarından nasip alınmaya da başlanmış demektir.
NATO standardıyla kabile serkeşliğini bir potada eritebileceğini akıl etmek, New York Filarmoni Orkestrası’nın konserine deveyle gitmek gibidir.
Ya da Johann Strauss’un vals müziğiyle Viyana salonlarında “kasap havası” oynamaya kalkmaktır.
“Q” klavyeye alışıkken, birden bire önüne konan “F” klavye ile apışıp kalmaktır.
Anlayacağınız, sonu hüsrandır.
Dilerim olmaz!
***
Ankara’nın bombaları
Ben hiç şaşırmıyorum.
Çünkü merkeziyetçi bürokrasinin ruhunu biliyorum.
Ankara dediğin kebaptır.
Cuma namazlarından ya da geleneksel hâle gelmiş cenaze törenlerinden sonra “beni ararlarsa bakanlığa geçti, dersin”dir.
“Soran olursa Sayıştay’a gittiğimi söylersin”dir.
“Yaz geliyor, Ayvalık’taki yazlığa yengenle bahçe takımı bakacağız, gözünü seveyim idare ediver”dir.
“Çok önemli olmadan beni aramayın”dır.
“Sadece sen bil, Orman Çiftliği’ndeyim. Yerimi başkasına kaptırmadan briçe yetişeyim”dir.
“Çocukları önden gönderdim, bari ben de perşembeden kaçayım istiyorum”dur.
“Her gün git gel, git gel; valla bıktım. Şu katsayı kararnamesi çıksın diyorum, basacağım dilekçeyi”dir.
“Hele kızı da evlendirelim, bir dakka durmam”dır.
Ankara demek, karpuz bostanına girmekle aynı şeydir.
Ankara’nın kendine faydası yok ki, size olsun!
Daha doğrusu, kapalı devre bir faydacılık örgütlenmesidir, birbirlerini kollamaktan size bir şey kalmaz.
Ankara bürokrasisini kaldır, hiç değilse olabildiğince seyrelt, başka hiçbir şey yapmasanız bileTürkiye’nin önü açılır.
Başkentte her gün her gün daha ne bombalar patlıyor, ama siz ne seslerini duyuyor, ne tahribatlarını görüyor, ne de bunlardan kurtulmanın bilincine varıyorsunuz.
Çok zorsunuz be erenler, size bakıp kederlenmemek elde değil!
twitter@cinarnamik
Yorum Yap