Merdiveni yanlış duvara dayamak

  • 7.10.2011 00:00

 Ben de biliyorum, risk almayanların sıradan kalacaklarını.

Ben de unutmuyorum, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş, iddiasız ve yoksul bir halk yaratarak, ufuksuz ve yavan politikalarla, bu toprakların “yetmiş cent”e muhtaç edildiği günleri...

Ortadoğu’ya, Afrika’ya, Balkanlar’a, yâni Osmanlı’nın hinterlandına yüz sene önce bıraktığı yerden, şimdi yeniden açılan Türkiye, Cumhuriyet döneminin misakı milli anlayışını değiştirebilecek yeni bir dış politikanın âdetâ yapı taşlarını örüyor.

Kendi yatağında uyumaya fırsat bulamayacak çalışkanlıktaki Başbakan, tutabilene aşkolsun, o ülke senin bu ülke benim, oralarda boyuna dolaşıp duruyor. Meydanlara çıkıp, kendi vilayetlerindeki gibi mitingler düzenliyor. Sanki onların da başbakanıymış gibi, kendi halkına neler söylüyorsa, onlara da aynı şeyleri söylüyor. Ve yöneticilerinin ihtiyatlı yaklaşımları bir yana, bütün o halklar, tıpkı buradakiler gibi, onu çok seviyorlar.

Bu coğrafyalara yardım ve yatırımlarıyla kesenin ağzını iyice açmış gibi görünen, kapitalizmin yeni yetme bir ülkesi olarak, acaba “ne oldum budalası bir noktaya doğru mu sürükleniyoruz?”diye düşünmeden edemiyorum.

Dünyası küçük olanlar, dünyada da küçüktürler; onu da biliyorum.

Başbakan’la birlikte seyahat eden gazeteciler tv’lere çıkıp, örneğin Türkiye’nin finanse ettiği Kuzey Irak’taki okul binalarının Marmara Üniversitesi’nin kampusundakilerden daha görkemli olduklarını söylüyorlar.

Rus topraklarında mülk edinsinler diye, Kırım Tatarları’na enikonu parasal yardımlar yapılıyor, deniyor. Benzer şeyler Balkanlar’da da, Bosna-Hersek’te, Makedonya’da, kimbilir bilmediğimiz daha nerelerde uygulama alanı bulmuşa benziyor.

Chicago’sunda tüm köprülerin demir putrelleri pas içindeyken, otomotiv sektörünün yıldızı olan bir zamanların Detroit’inde şimdi cinlerle periler cirit atıyorken, Afganistanlarda, Iraklarda ve başka yerlerde su gibi para harcayan ve tıkanan, Kapitalist Dünya Ekonomisi’nin küresel hegemonik gücü Amerika’nınkine paralel bir öykünme midir, yoksa bu?

Eğer henüz kendi temel sorunlarımız halledilmemişken, kendi çocuklarımızın eğitim meselelerinin altından kalkılmamışken, bölgesel bir hegemonikliğin hayallerine kapılıp, “insanlar ve halklar ölümlüdür, fakat devletler kalıcıdır” deniyor da, içerideki nesil gözden çıkarılıyorsa, işte o eski hastalıklı yer olan tam burada durup, düşünmemiz gerekmez mi?

Evet, ağalık vermekle olur; lâkin hani biz, ağalık kalkmalıdır, diyorduk? Hani, küresel emperyalist düzen tarafından yıllarca sömürüldük, diyorduk?

Dünya yeniden yapılanırken yer kapmanın tam zamanıdır; onu da görüyorum.

Ama şimdi sıra bizde de, yeni dünya düzeninde bu sefer biz mi emperyal güç olma yolunda olacağız? Yeni sömürgenliklerden birine şimdi de biz mi soyunacağız?

Sıra bizde mi?

Ya değilse? Ya Enver Paşa’nınki gibi, Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olmak varsa, sonunda?

Emperyal heveslerle, sanırsın ki, eskiden olduğu gibi, fütuhatın diliyle konuşuluyor, tekrardan:“Osmanlı’nın torunlarını selâmlıyoruz. Bundan sonra Türk Devleti sizleri asla yalnız komayacak!”

Yayılmacılığımızın hangi noktada olduğunu kavrayıp kontrol edebilmek için de, hinterlanttaki soydaşlara ve dindaşlara kimlik kartı verilmesi ve ortak bir veri bankasının oluşturulması dahi öneriliyor.

Türk-İslâm sentezinin özsuyuyla beslenmiş, daha geniş alana yayılan yeni bir vatan anlayışıyla, “yeni bir ekonomi- politikanın, yeni bir siyasal dinamiğin ve yeni bir geleceğin” eski tarzda adımları atılıyor.

Bütünüyle küflenmiş eskinin yerini, yeni şeylerin almasında hiç bir sakınca yok. Sakınca, bu projenin içinde varolduğu görülmeyen AB değerleri ve AB üyeliğidir. Sorun buradadır.

AKP, iktidar olduğu “çıraklık dönemi”nin o ilk yıllarında, akıllıca davranarak AB ilişkilerine sıkıca sarılmış ve ülkeye çok hızlı bir ivme kazandırmıştı. Sonraki süreçlerde de süren nispi başarılarını, hep bunun üzerine inşa ettiğini, şimdilerde ya kanıksamış, ya da unutmuş görünüyor. Hattâ, daha ileri giderek, AB’yi sanki hafife alıyor; başarısız ve neredeyse yarın dağılacak bir örgüt imiş sanısına kapıldığı izlenimini veriyor.

AB, 16. yüzyıldan beri sürüp gelen Modernite’nin beş yüz yıllık bir ürünüdür. O yüzden, “devrevi davranışları”ndan gidilerek değerlendirilirse, yanılgıya düşülür. Kimyasındaki biçimlenişlerine ve değişimlerine, en azından yüzyıllık trendler penceresinden bakılmalıdır.

Üstelik, tüm sorunlarına rağmen, insanlığın deneyimleyerek vardığı en verimli ve en erdemli yaşama biçimini sunan bir sistemdir.

Afrika’nın, Ortadoğu’nun ve Balkanlar’ın, yakın geleceğin devinim alanları oldukları doğrudur. Elbet buralarda da ilişkiler kurulmalı ve sürdürülmelidir. Ne ki, emperyal-territorial heveslerle ve AB rotalarından saparak değil.

Ekonomik büyümeyi üstlenmiş, toplumsal artı değeri havuduyla yutan ve fakat her an rantiye sınıfına kaymaya hem hevesli, hem de küresel sermaye içindeki yeri bakımından öyle olmaklığı kaçınılmaz görünen, bir avuç şark tipi müteşebbisin sırtlandığı, kitlelerin ise karakalabalıklaştırıldığı bir yapıyla, zaten bölgesel dahi olsa, hegemonik olunamaz.

En iyisi, aklı başa almaktır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums