- 3.02.2015 00:00
Ne özlemiştik, bilemezsin!
Hanidir hasrettik sana.
İçimiz kinle dolmuştu.
Şakaklarımız iyice şişmiş, yüzümüz öfkeyle kararmıştı.
Gözlerimizin akıyla bakar olmuştuk.
Ağzımızdan köpükler saçılmaya başlamıştı.
Hızır gibi yetiştin, hamdolsun!
Yeniden döndük, mis gibi o yanık barut kokularına.
Bayram etti genizlerimiz, tatlı rayihasıyla güherçilenin.
Yeniden öldürebiliyoruz, bak gene birbirimizi.
Yeteneğimizden hiçbir şey kaybetmediğimizi görmek ne güzel!
Ölmek ne güzel, öldürmek ne güzel!..
Zaten hepsi numaraydı.
Koftiden barışçı görünmüş, dümenden sevinç gözyaşları dökmüştük.
Her iki taraf bakımından zamana ihtiyacımız vardı, çünkü.
Kahraman devletimizin eksikleri birikmişti. Cephaneler tamamlanmalı, karakollar yapılmalıydı.
Birkaç aylık acemiler, keklik gibi avlanıyorlardı.
Bu da tabii, doğru dürüst zevk vermiyordu.
Biraz daha eğitilmeliydiler.
Daha dayanıklı olmalı, hiç değilse yedikleri tayınların maliyetini kurtarmalıydılar.
Yiğit(!) PKK’mıza da Suriye’de ihtiyaç hâsıl olmuş, bir Kürt bölgesi ihdas etme şansı doğmuştu.
İki cephede savaşmaları doğru olmazdı.
Diğerine kuvvet kaydırabilmek için, birinden birini askıya almalıydılar.
Çözüm süreci her iki taraf için de tam zamanında bulunmuş bir formül oldu.
İlaç gibi gelmişti.
Her iki taraf da sanki barışacakmış gibi yapacak, ama bildiğini okuyacaktı.
O yüzden, çözüm süreci dediler, başka bir şey demediler. Bununla neyi kastettiklerini hiçbir zaman söylemediler. Birbirlerine karşı dahi mesele yapmadılar. Günü gelince nasıl olsa ötekinin canına okuyan ben olurum diye düşündükleri için, aralarında hince bir mutabakat oluştu.
Bir taraf nispeten kışlasına döndü. Öteki tarafın da Suriye’ye tayini çıktı.
Karşılıklı “ateşkes”le, toplumu da yatıştırır gibi oldular.
Ama birtakım züppeler çıktı, “demokrasi yoksa barış da olmaz” dediler.
Allahtan sesleri cılızdı da, pek aldıran olmadı.
Hemen onları savaştan yana olmakla suçladılar. Hain ve şerefsiz ilân edip, toplumdan dışlanmalarını sağladılar.
Bir punduna getirip ensesine yapışabildiklerini de analarından doğduğuna pişman ederek, epeyi çile çektirdikleri o keratalara derslerini verdiler.
Her iki tarafın başında;
biri, fırsatını bulunca despotlukta sınır tanımayarak ezan saatini bile kendi günlük programına göre ayarlayabilecek kertede uçmuş bir narsist,
diğeri, zindanda biraz daha yediği kafayla uydurduğu feodal bir projenin Şark’a yaraşır önderi
olduğu hâlde;
popülist romantikler…
kedi severler…
yemeniden aksesuar yapıp boyunlarına yazma bağlayanlar…
bu iki kafadarın yarattıkları iklimde, saf saf “demokrasi olmadan da barış olabileceğine” mi inandılar,
yoksa gerçekte anasının gözü birer küçük burjuva mıydılar,
artık o kadarını bilemem ama
ortamı susurluk ayranı gibi köpürtüp, bu zorbaların ekmeğine bir hayli yağ sürdüler.
Neyse ki, silahlar tekrar patladı da, yeniden kendimize gelebildik.
Hâlâ inanamıyorum; baksanıza, yeniden doğmuş gibi olduk!
Devlet biraz daha uyanık çıktı, erken davrandı.
Hasmını ketenpereye getirmede inisiyatif kazandı.
Eh, ne de olsa daha güçlü.
Fakat diğer gözbebeğimizi de hiç hafife almayın, sakın!
O, ne neceğizdir o!
O, ne yere bakan yürek yakandır o!
Her iki cenah da, kısa zamanda toparlar, eski şanlı günlerine dönerler, Allah’ın izniyle.
Hiç tereddüdünüz olmasın, yüzünüzü kara çıkarmayacaklardır, evelallah.
Bu sezon güzel ölümler göreceğiz.
Televizyonların başında parçalanmış cesetler seyredeceğiz.
Magazincilerin reytingini düşüreceğiz.
Fıstık gibi olacak.
Nasıl olsa “bedelli” de çıktı zaten.
Dağ da, meydan da yoksullara kaldı neticede.
Diğerleri ise profesyonel.
Hem maaş alacaksın, hem de siyasetin ihtiyacı olduğunda ölmeyeceksin!
Nerde var lan böyle bedavacılık?
Kim kalkan olacak,
kim göğsünü siper edecek,
hırsızların arsızların önüne?
twitter@cinarnamik
Yorum Yap