- 27.07.2015 00:00
Seçimi kaybetmişti.
Hükümranlığı yara almış, henüz yolun başında olan işleri tehlikeye girmişti.
Bunu kabul edemezdi.
Gücüne darbe vurarak meşruiyetini sorgulayabilecek bu durumdan kurtulmak için derhal yeni bir seçim yaptırmalı; bu kâbusu bütün sonuçlarıyla birlikte yok ederek eski hâle getirmeliydi.
Bunun için de, kaybettiği oyları tekrar geri kazanmalıydı.
Ama nasıl?
İlkin siyasetin zamanını Dali’nin tablolarındaki gibi yumuşatmış, çiçeği burnunda yeni Meclis başta olmak üzere, Hükümet dâhil bütün devlet kurumlarını eriterek önemsizleştirmişti.
Onlar da zaten tüm aymazlıklarıyla, henüz idrarları bile Meclis tuvaletinin rögarlarına ulaşamadan tatile çıkmışlardı.
Her konuşmasında toplumu erken seçime alıştırıp hazırladığı hâlde, kimi aklı evvel muhalifler koalisyon rüyaları görmekteydiler.
Neyse ki başlangıçta kendisi de havaya girer gibi olan Davutoğlu nihayet meseleyi çakmış, onları bir güzel oyalamakla görevli olduğunun bilincine varmıştı.
Şimdi artık kamuoyuna kısa zamanda kanaatlerini değiştirtecek bir şok vermesi lâzımdı.
Bu da ancak bir “savaş”tı.
Hiçbir vakit savaşa karşı değildi elbet. Lâkin Türkiye’yi avucuna aldığından beri Amerikalılardan farklı bir Ortadoğu düşlediği de ortadaydı.
Batı’yı sevmiyor, seksen yıllık yakınlaşmaların izlerini de silmeye çalışıyordu.
AB’yi neredeyse unutturmuştu.
Kongre karşısında zavallı gördüğü Obama’yı küçümsüyor, Putin’e yanaşıyor, hattâ Çin’den füze bile almaya kalkıyordu.
Hedefi, “Türk tipi Başkanlık” dediği bir sultanlıkla, Ortadoğu’ya “Sünni İslâm Halifesi” olmaktı.
Siz bunu matrak bulabilirsiniz, fakat o buna inanıyordu.
İşte bu yüzden, Batı’nın Ortadoğu’daki güvenilir bir müttefiki olmaktan epeyi önce çıkmıştı.
Ne ki, tam da yeniden güç kazanmak için gireceği bir savaşı, dünyadaki yalnızlığını da görerek, tek başına götüremeyeceğini anladı.
İşte tam bu noktada, kendi dramının, ülkenin de trajedisinin başlayacağı bir makas değiştirme olayı gerçekleşmiştir.
Bu gelişme, Amerikalılarla yapılan rutin bir ittifak anlaşması değildir.
Zamanında bu mümkündü; İncirlik daha başlangıçta harbe dahi girmeden iyi bir anlaşmayla devreye sokulabilir, bugün artık kalbur gibi olmuş güney sınırımızdaki sıkıntıları ve Suriye’deki gelişmeleri şimdiki boyutlarıyla yaşamıyor olabilirdik.
Askerler bunları mutlaka öngörmüşlerdir.
Ama o askerliğini kantin subayı olarak yaptığından, Başkomutanlık Karargâhı olan Genelkurmaya itibarı değil de, meselelere şirket defteri tutar gibi bakmanın yanı sıra, etrafına topladığı birkaç kifayetsiz muhteris ile, Suud ve Katarlı Arap dostlarının dolduruşuyla hareket etmeyi ölçü aldı.
Aslına bakarsanız, Amerikalıların İncirlik’e pek öyle aman aman bir ihtiyaçları da yoktu.
Vuracakları IŞİD hedeflerini, biraz uzaktan da olsa, gene vuruyorlardı.
Bu onlara en fazla, daha çok benzine patlıyordu ki, zaten petrolün üstünde yüzüyorlardı.
Bu yeni durumun asıl önemi, onun kendisini Amerika’ya tesliminde yatmaktadır.
Bu çok farklı bir gelişmedir.
İktidarını yeniden sağlamlaştırmak için onlara sığınmak, onların denetimine girmeyi kabul etmekten doğmuştur.
Stratejik ortaklık değil, biattır. O nedenle aynı kapıya çıkmaz.
Bu tıpkı, onca atıp tutmadan sonra, IMF’nin kapısını çalmak gibi bir şeydir.
Koltuğunu kaybetmemek için Türkiye’nin kaybedeceği bir Ortadoğu savaşına cüret edecek kadar çıtasını yükseltmiş görünüyor.
Oysa Arap savaşlarının özelliği, girenin parçalanmadan çıkamadığı, yerini koruyan liderin de kalmadığıdır.
Şu andan itibaren Ortadoğu’da onun düşündüğü gibi bir Sünni İslâm liderliği, Sisi veya Esed düşmanlığı yahut İsrail karşıtlığı filan artık fasa fisodur.
Peki, sonunda kazanacak mıdır?
Eğer neft bataklığında buz revüsü yapılabileceğine akıl erdiriyorsanız, niçin bu da olmasın!
twitter@cinarnamik
Yorum Yap