- 10.07.2015 00:00
Hiç düşündünüz mü?
Kendisi bunları o duygularla yazmamış olsa bile, Şair Baba’nın herkesçe bilinen ünlü
“bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine”
dizeleri, aslında tam bir sol-liberal sentez örneğidir.
İnsanın hem “birey” yanını gözetir, hem “toplum” içindeki yerini vurgular.
Çünkü salt kolektivist toplum modeliyle “bir ağaç gibi tek ve hür” olunamaz. Bu ancak liberal değerlerin hüküm sürdüğü yapılarda mümkündür.
Ama “bir orman gibi kardeşçesine” düzene de;
sol görüşü yok sayarak,
ne, insana ancak herhangi bir lonca yahut dinsel grup içinde var olmayı dayatan bir “Muhafazakârlık”la
ne de, bencilliğin doruk yaptığı “neo-liberal” sistemle ulaşılabilir.
O nedenledir ki, çağımızın demokratik toplumları, hak ve özgürlük kavramlarından yola çıkarak, birey’e, “insan teki” olmaktan doğan ve ona sıkı sıkıya bağlı, vazgeçilemeyen ve devredilemeyen bir öznellik yüklerler.
Belirli büyüklüğe ulaşmış bir embriyoyu henüz doğmadan, daha anne karnında bir fetüs hâlinde iken bile temel haklarla donatmak;
yahut “insan haklarının özüne dokunamamak” gibi sınırlayıcı ve yasaklayıcı ilkelere, anayasa türü temel hukuk metinlerinde baş köşede yer vermek, hep bundandır.
Söylemlerden giderseniz, kime baksanız “halkçı” olduğunu görürsünüz. Oysa halktan, toplumdan yana olduğunu söylemenin tek başına bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Önemli olan, “halk”tan ve giderek “halk egemenliği”nden ne anlaşılacağıdır.
İdeolojiler, birer siyasal program oldukları içindir ki, esasen her birinin hizmet ettiği bir “özne”si, bir “siyasal aktör”ü vardır.
Bakılacak yer, ettiği lâf değil, güttüğü çıkar ilişkileridir.
Halkın kim olduğu meselesinde Muhafazakârlar; “bireyler gelip geçicidir, ama ulus sabit ve kalıcıdır; o yüzden ‘insan teki’ni değil, aile, lonca ve özellikle de dinsel birliktelikleri özne saymak gerekir” derler.
Bundan dolayıdır ki, toplumun siyasal örgütlenmesi demek olan “devlet” organizasyonunun en tepesinde bu çağda bile etkin bir monarkın olmasını yadırgamazlar ve özne addettikleri grupların güçleri oranında temsilini öngören merkeziyetçi bir hiyerarşiyi benimserler.
O yüzden, her koşulda zengin ve güçlü aileler öndedir;
piyasada sadece ekonomiye egemen şirketlerin, karar alma süreçlerinde de yüksek bürokratların borusu öter;
sosyal yapı üzerinde ise dinsel cemaat yöneticileri söz sahibidir.
Hepsine çeki düzen verecek şekilde, aralarındaki kavgalara da monark bakar.
Bunun içinde gerçek anlamda “halk” yoktur.
Salt Kolektivistler, toplumsal sınıflar arasından bir tercihle, sadece “emek”e münhasır üniform bir yapı tasarlarlar.
O sebeple de, halkı tanımlarken bireyi esas almazlar.
Bunun içinde de “herkes” yoktur.
Herkesi kucaklayan ise sadece, birey’i merkeze koyan Liberaller’dir.
“Halk”ı, tüm siyasal, ekonomik ve kültürel hakların nihai sahibi olan “bireylerin tamamının toplamı” olarak görürler.
Ama salt liberallik de sorunu çözmeye yetmez.
“Bir orman gibi kardeşçe”nin tadına varamamış tek tek bireylerin mutluluğu, ancak sahte bir mutluluk olabilir.
Bu da ancak, liberal değerlerle sol değerlerin karışım ve alaşımından yeni pratiklerle yaratılarak telâfi edilebilecek bir konsepttir.
Bu öyle bir duygudur ki;
meselâ “toplumsal yaşamımızı şekillendiren güzellikleri bize falan kişi, ya da filan zümre lütfetti” diyerek o ya da bu cenaha biat ederek değil,
“biz bunları tek tek iradelerimizi yan yana getirerek birlikte kotardık” tarzında özümsemezsek;
bir gün bir başkası şimdiki gibi çıkagelip, elimizde ne varsa hepsini birden bu kadar kolay alamaz.
Biz ki, siyasal yaşamın “nesne”si yerine “özne”si olmanın bilincine varabilsek, hiç kimse tepemize çöreklenerek ensemizde bu kadar keyifle boza pişiremez.
Hattâ böyleleri, değil Cumhurbaşkanı, muhtar bile olamaz!
twitter@cinarnamik
Yorum Yap