- 25.07.2011 00:00
Kuleli’de öğrenciyken, kendisine “Balta” takma ismini yakıştırdığımız bir fizik hocamız vardı. Soracağı soruları sınav yapacağı esnada, kitabın rastgele yerlerinden seçerek yazdırmayı huy edinmişti. O nedenle de, suallerinin hiç birini aklında tutmazdı.
Bir keresinde, geçip-kalmanın arifesindeyken, sınıfça kopya çekmeye karar vermiştik. O, her zamanki gibi, sorularını kitaptaki problemlerden rastgele seçerek yazdırdığını sanacak; ama bizlerse, hep birlikte kararlaştırıp ezberlemiş olduklarımızı yazarak, gereksinimimiz olan notlar kadarlık yanıtlar verecektik.
Sınav günü gelip çattığında, her şey tıkırında gidiyorken, hoca birden, soru olarak yazdırdığı problemin satırını kaçırmış olmalı ki, “Nerede kalmıştık?” diyerek, hemen en yakınındaki bir arkadaşımızın sınav kâğıdına doğru yekinecek oldu. İşte o lâhza, hepimizin kafalarından kaynar sular dökülmüştü.
Baktı... baktı... ilkin bir anlam çıkaramadı. Kâğıtta olanlar, kendi yazdırdıklarından başka şeylerdi. Ve nihayet sezinleyip, “Bir de utanmadan kopya mı çekiyorsun?” diyerek, arkadaşımıza pata-küte, pata-küte, bir güzel girişmeye başladı.
Allah’tan, bir başka arkadaşımız, hocanın ağzından çıkan son sözcükleri aklında tutabilmiş, nerede takılıp kaldığını fırlayıp kendisine hatırlatarak, vaziyeti kurtarmış ve diğerlerimizin kopyaya devam edebilmesini sağlamıştı.
Şaşılacak olan şey, kendisinin söylediklerinden farklı sorular yazarken yakaladığı arkadaşımızın, bunu tek başına yaptığını sanıyor olması idi. Oysa, bütün sınıftan ayrılarak, bir o öğrencisinin farklı sorular düzenlemeye kalkışmasının, tek başına hiçbir anlamı yoktu ki! “Fizikçi Balta” bunu görememiş, hep birlikte hareket edilmiş olabileceğine akıl-sır erdirememişti.
Albay Dursun Çiçek’in “İrticai Faaliyetler ile Mücadele Eylem Planı” çerçevesindeki çalışmaları yüzünden başına gelenleri izledikçe, benim de aklıma, işte şimdi bu askerî okul hatıralarım geliyor, acı acı gülümserken.
Meselâ diyorlar ki,“Amiral yapılmayınca, o da kalktı bu belgeleri düzenleyerek, âmirlerinden öç almak istedi”.
Albay Dursun Çiçek “deniz piyade”dir. Deniz piyade demek, ne denizci ne karacı olmak demektir. Tıpkı “Almancılar“ gibi, iki arada bir derede durmaktır.
Deniz Kuvvetleri adına okudukları Kara Harp Okulu’ndan, her yıl 20-25 kadarının mezun oldukları “30 Ağustos”larda, ortalıklarda ilk kez giydikleri denizci üniformalarıyla nihayet görünmeye başlarlarken, birkaç zaman, bu yeni giysilerini kendileri dahi yadırgayarak dolaşırlar.
Kurmay da olsalar, aralarından amiral çıkma olasılığı, hekimlerin, ya da hâkimlerin, yahut haritacılarınki kadardır.
Ve yine deniyor ki, “Hükümet aleyhine kara propaganda yapılan Genelkurmay sitelerinde, maksadı aşan haberler ve hukuka aykırı kullanımlar varsa, sorumluları o sitelerin yöneticileridir”.
Hayır, değildir!
Karargâh subaylarının birlik yönetmek ve kendi adlarına imza atmak gibi yetkileri yoktur. Karargâh subayları, hangi seviyede olurlarsa olsunlar, “Komutan” değildirler ve birlikleri sevk ve idare edemezler. Sınırlı da olsa, eğer kendilerine herhangi bir tasarruf yetkisi verilmişse, bu ancak “Komutan namına” bir tasarruf olur ve sorumluluğu, yine sadece Komutan’a aittir.
Emrindekilerin yaptıklarından da, yapmadıklarından da, yalnızca Komutan sorumludur. Bu sorumluluklarını, astlarına devir ya da rücu edemez.
Nihai sorumluluğun yanı sıra, nihai karar da Komutan’a aittir. Mutlak bir mahiyet taşıyan “Komutan kararı“, adetâ kanun hükmündedir.
Komutan, askerî varlığın asli öznesidir. Emrindeki tüm unsurları, taktik, teknik ve stratejik yönetim bilgileri ve liderlik sezgileri ışığında, üst kademeden aldığı emirler ve vereceği“doğru” kararlarla sevk ve idare eder.
Bu sevk ve idarenin en rasyonel bir şekilde tecelli etmesi için, Komutan’ın doğru düşünmesine ve doğru kararlar vermesine yardımcı olmak üzere bir grup ihdas edilmiştir ki, o topluluğa Komutanlık Karargâhı denir.
Karargâh, ürünlerini yalnızca bağlı olduğu Komutan’ın tüketeceği özel bir mutfağa benzer.
Bu haliyle, bir kurum olarak karargâh, aslında Amerikan ideolojisinin bir türevidir. Amerika, çok sesli, çok kültürlü ve farklı fikirlerin açıkça tartışılarak ete-kemiğe büründüğü liberal bir demokrasi olunca, bu yapısallığı askerliğine de yansımış; mesleğin ne denli mutlakıyetçi bir yapısı olursa olsun, “Komutan kararı”nın doğru istikamette oluşabilmesi için, farklı görüş ve önerilerin vücut bulabileceği bir “danışma kurulu”nu öngörebilmiştir.
Ne ki, NATO‘nun böylesi standartlarına karşın, Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısı ve ona bağlı olarak gelişen geleneksel askerlik anlayışı, en başından beri farklı fikir ve görüşlere tahammül edemeyip, onları ayıkladığından dolayı, daima tek tip düşünen,“fikir beyan etmeyen” ve sadece verilen emirleri yerine getiren, monist ve üniform unsurlar olarak şekillenmiştir.
Böyle olunca da, bu koşulların karargâhları, Komutan’a seçenekler sunan değil de; onun vereceği emirler kadarlık ve sadece o çerçevelerde çalışan ve düşünen sekretaryalara dönüşmüşlerdir.
Albay Dursun Çiçek’in ve benzerlerinin karargâh faaliyetlerini de, işte bu anlayışlar kapsamlarında değerlendirmek gerekir.
Şu tesadüfe bakınız ki, resmî söylemlerde“mehmetçik” olarak anılan sivil unsurların kışlalardaki adları, ironik bir şekilde, aynı bizim Fizik Hocası’nınki gibi, “Balta”dır.
Ne pahasına olursa olsun, üzerleri örtülmeye çalışılan malûm gerçeklerin kavranamaması, tıpkı bizim hocada olduğu gibi, acaba şimdi de sivil toplumdan mı beklenmektedir?
Unutulmamalıdır ki, asıl şeref, asıl sadakat, kurumsal ilişkilere yönelimde değil; asıl borçlusu olduğumuz Türkiye halkına karşı duyulanda olmalıdır.
Milletin yararları hilâfına sürdürülen dayanışmalar, olsa olsa, ancak Kırk Haramiler‘inki gibi ilişkilerde olabilir.
Yorum Yap