- 7.10.2013 00:00
Alain Touraine’ın daha önce okumuş olduğum Demokrasi Nedir isimli kitabını karıştırırken bir de baktım, sayfalardan birine “bu tarz düşündüğüm için giderek yalnızlaştığımı hissediyorum” diye bir not düşmüşüm.
Demiş ki yazar: “Demokrasi, herkesi kendi topluluğuna kapatan ve toplum yaşamını sadece bir hoşgörü alanına indirgeyen, böylece ayrışmaya, yobazlığa ve kutsal savaşlara yer veren kimlik saplantısındaki çokkültürlülüğü de; evrenselcilik adına özel inançları, aidiyetleri ve bellekleri tanımayıp bunlara karşı koyan Jakoben Düşünce Biçimini de aynı güçle reddeder.
Demokrasi, teklikle çeşitliliğin, özgürlükle bütünlüklü kalmanın uyuşma çabası olarak tanımlanmalıdır.
Çoğunluktakilerin, çoğunluğun çıkarlarından farklı çıkarları temsil eden azınlık haklarına saygısı yoksa, demokrasi de yok demektir.
Demokratik düşünce biçimi, yekvücut olma ile çeşitliliğin karşılıklı bağımlılık bilincine dayanır. Bu ikisinin sonu gelmeyen tartışmalarıyla ve yasalardan çok siyasal bir kültürle beslenir.”
Tabii bunlara dürüstlüğü de eklemek gerekecek.
Çünkü siz, “demokratikleşmenin önündeki tek engel Kemalizm’dir” diyerek, onun kuyusunu kazdıktan ve işlenmiş bir sürü kusurun ipliğini pazara çıkardıktan sonra, yarattığınız o boşluğu demokrasiyle dolduracak yerde, AKP’nin kurmak istediği düzen için erketeliğe soyunursanız, bu olmaz!
Önder eksenli tepeden inmeci o ideolojinin “halka rağmen halk için” umdesine bir zamanlar yöneltmiş olduğunuz ağır eleştirilerinizin daha mürekkebi dahi kurumadan, şimdi kalkıp “demokratikleşmenin önündeki tek engel toplumdur” derseniz, bu olmaz!
“Toplum çoğunluğunun çok hoşgörülü, çok özgürlükçü ve demokrat olduğu, Erdoğan’ın toplumun gerisinde kaldığı söylemi büyük bir popülist palavradır.
Toplum, Alevi’siyle, Sünni’siyle, Kemalist’iyle, muhafazakârıyla son derece milliyetçi ve hoşgörüsüz.
Erdoğan, bu mevcut toplumsal zemini ve kendi teşkilâtını, bireysel karizması ve liderliğiyle ileri götürebilecek tek adamdır” diye yazarsanız, ne farkınız kalır halkı “göbeğini kaşıyan bidon kafalılar” olarak görenlerden?
Çare “tek adam”lıkta aranacak idi ise, nesi vardı Atatürkçülüğün?
Oysa 29 harfi getirene demediğini bırakmayıp, buna üç tane ilâve edeni reformcu ilân etmek, tam bir gülünçlüktür.
“Yapılanlar”ın niteliğini gösterecek olan ise, ciltler dolusu meselelerin “yapılmayanlar”ıdır.
Bunlar birlikte değerlendirildiğinde, her şeyin sadece göz boyamaktan ibaret kaldığı görülecektir.
On bir seneyi geçkindir iktidarda olan bir partinin bu yaptıklarını hâlâ “umut vaat ediyor” diyerek abartmak ayıptır ve bunun kimseye bir yararı da yoktur.
Nitekim, “Bu ülkede gerçek bir sosyalist varsa, o da Erdoğan’dır” diyerek aklı sıra Başbakan’ı övmeye kalkan Yiğit Bulut’u, yaptığı benzetmeden dolayı kamuoyu önünde fırçalamaktan geri durmayan Hüseyin Çelik’in o tavrı da göstermiştir ki, Ehl-i Beyt olmayıp yahut Seyyitlikten gelmeyip, AKP’ye yalakalık yapmak üzere sonradan katılanlar hiçbir zaman yaranamayacak ve “mevalî” olmaktan kurtulamayacaklardır.
Aynı şey, “şimdi sırası değil, Başbakan’ı kızdırmaya gelmez” diyenler için de geçerlidir:
Onlar da, kendi kendilerine sansür uyguladıkları hâlde, “zımmi” olmaktan...
Zaten TV ekranlarında ve gazetelerde nasıl olsa sadece yandaşların boy gösterdiği, Amerikan basket maçlarının “ponpon kızları” gibi hükümetin her yaptığına alkış tutan bir medyası varken; “erdem”in payı eleştirideyse, bırakın, o da bize yakışır.
cinarnamik@hotmail.com
twitter@cinarnamik
Yorum Yap