- 20.05.2013 00:00
Şu kıytırık şemsiye hakkında üst üste iki yazı yazacaksın deselerdi, dünyada inanmazdım.
Anımsarsanız, bir önceki yazım PKK’nın şemsiyeleri diye başlıyordu; şimdiki de Obama’nın şemsiyeleri ile sürecek gibi görünüyor.
Erdoğan’ın ABD gezisi sırasında, hani meşhur Oval Ofis var ya, işte tam onun önündeki Has Bahçede basın toplantısı yaparlarken, birden yağmur bastırınca, Başkan Obama’nın denizci askerlerden kendilerine şemsiye tutmalarını istemesi, meğer sonradan amma da büyük bir skandala yol açmış, biliyor musunuz?
Amerikan Kongresi’nin özellikle Cumhuriyetçi Partili üyeleri, tozu dumana katarak, Başkan’ın bu davranışını kabul edilemez bir siyasal gaf olarak yorumlamışlar.
Çünkü, edilgen bir ruhun korunma güdüsünü temsil ettiği için olmalı, feminen bir görüntü sergilediği şeklinde algılanan şemsiye taşımak, kadın askerlere neyse de, üniformalı erkek denizcilere kesinlikle yasakmış.
Belli ki bu prensip bizim orduya da, Kore Savaşı ile başlayan Amerikan-Türk ikili ilişkileriyle girmiş olsa gerektir.
Ve bizim gibi toprak esaslı bir ülkenin Silahlı Kuvvetlerinde nasıl ki asıl muharip unsur genel olarak Kara Kuvvetleri, özel olarak da Piyade Askeri ise; küresel hegemonyasını sürdürebilmek için dünya denizlerinde devriye gezerek savaşan, çağımızın cihan imparatorluğu Amerikan Ordusu için de Deniz Piyadenin aynı şey demek olduğunu, yeri gelmişken söylemeden geçmeyelim.
Yeniden şemsiyeye dönersek... koparılan fırtınanın altta yatan gerçek sebebini Alaska Valisi Sarah Palin’in Twitter’daki tepkisinden anlayabiliyoruz: “Yağmur yağdığında bütün Amerikalılar kendi şemsiyelerini kendileri tutarlar.”
İnsanların eşit ve özgür oldukları demokratik bir ülkede hakikat, işte bu kadar basittir!
Ne ki, görüşülen Suriye meselesinde “Türkiye Başbakanı’nın en ön safta yalnız başına yer aldığının” tescili şeklinde özetlenebilecek bir sonucu yedirmek için, başından sonuna kadar nabza göre şerbetin bolca ikram edildiği bu gezide, Başkan Obama’nın, Ortadoğulu bir lideri ağırlarken galiba pot kırması da kaçınılmaz bir durumdu.
Düşünsenize, meselâ “Başbakan Erdoğan’ın liderliği altındaki Türk halkı” şeklindeki bir ifadeyi konuşmasına katabilen Obama, “Şansölye Merkel’in liderliği altındaki Alman halkı” yahut“Birinci Bakan Cameron’un liderliği altındaki İngiliz halkı” için de söyleyerek, geldiklerinde aynı cümleyi onlara da kurabilir mi?
Hiç değilse evrensel ölçütlerde teolojik özlü bir sözü ya da tasavvufi bir ibareyi içeriyor olsaydı, hadi geleneksel hat sanatıdır deyip nispeten kabullenebilecekken, bundan tamamen uzak bir şekilde sadece Arap harfleriyle yazılı olmaktan başkaca bir özellik taşımayan “Barak Hüseyin Obama” yazılı hediye de, bütün bu Arabesk ilişkiyi tamamlamıyor mu?
Buraların, şarklılığın o kadim küflü alışkanlıklarından öyle kolay kolay vazgeçeceği yok, anlaşılan.
Amerikan askerinin, Başkan’a dahi olsa, bir uşak gibi şemsiye tutmasını reddeden demokrasilere özgü o anlayış, örneğin bizde binbaşı yarbay albay rütbelerindeki emir subaylarına hâlâ otomobil kapısı açtırırken, bana mısın bile demeyecektir.
Cumhurbaşkanından yasama yürütme yargı üyelerine, ordu ve polis teşkilâtlarından üniversitelere; hâsılı, merkezî ve yerel idarenin en kılcal mekanizmalarına dek bütün kamu bürokrasisinde, makam arabası sayısı kadar kapı açıp kapatacak adam da istihdam eden, henüz ilkellikten paçasını kurtaramamış bir ülke burası.
Ve yine... gururuna pek düşkün görünen ordunun, Anıtkabir’in törensel ritüellerinde Ata’nın mozolesine konacak çelenkleri taşısınlar diye görevlendirdiği üç kişilik timin çiçek sepetini taşıyanları üsteğmen, başlarındaki de yüzbaşıdır.
Bu aynı zamanda, bölük ya da batarya komutanlığı yapacak liyakatteki üç subayın hovardaca harcanması değildir de nedir?
Her şeyden önce bu millet, neredeyse bir tabur askere komuta edecek kapasitedeki subaylarına, çiçek taşıtmak için maaş verecek kadar zengin olmasa gerek!
Ama bunlar ve daha milyonlarcası, gerçek bir demokrasi olmadıkça hâl yoluna sokulamayacak konulardır.
Kaldı ki Sayın Başbakan, onca iç meselemiz öylece dururken; üstelik bir de Suriye’nin iç sorunlarını bizim de iç sorunumuz olarak ilân etmiş, kendi geleceğini bile neredeyse Esed’in gidişine bağlamıştır.
Kader ağlarını, şekerden değil de zehirden bir pamuk helvanın çubuğa sıvanarak etrafını sarmasındaki gibi büyüyerek; sadece onu da değil, bundan sonra artık hepimizi içine alacak şekilde örecekmiş gibi görünüyor.
Dolduruşunu ikmâl etmek için gittiği Amerika’da tıpkı bir Arap monarkı gibi davrandı ve de ona uygun bir şekilde, ama nedir, alt tarafı hepi topu bir manga askerle karşılandı.
Fakat oralarda bizdeki gibi tantanalı bandolar artık yok.
Anglo-Sakson kültüründen de değil ki, kilt giymiş bir İskoç gaydacısıyla şenlendiriversinler.
Buna da şükür!
Şimdi bileyiden geçirdiği taptaze hınçlarıyla geri dönecek ve bıraktığı yerden atağa geçecektir.
Sizse miskin miskin bekleyedurun.
Haydi bakalım kaldırın şeyinizi, bitti istirahat.
Silah başına, marş marş!
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap