Anayasal öksüzlük

  • 10.05.2013 00:00

 Bir kez daha anlaşıldı ki, askersel bir üveyliği müstahak görerek, öz bir anayasayı yapmayacak bunlar bize.


“Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler,


Çiğnendi yazık, milletin ümmid-i bülendi,


...


Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi.”

Oysa tamtamına 101 sene önce yazmıştı, bu dizeleri Tevfik Fikret.

Ne ki, hâlâ yok değişen bir şey!

Hâlâ mümkün sürdürmek, bütün tazeliğiyle aynı dövünmeyi!

Hâlâ ummak... ummak... sadece ummak...

Taş olsa çatlar be!

*

Bir kere balık baştan kokuyor.

Meselâ, seneler önce yarım bıraktığım İstanbul Hukuk’tan anayasa hocam olan ilerici mi ilerici(!) rahmetli Server Tanilli“kurucu meclis olmadan anayasanın yapılamayacağını” söylerdi.


“Anayasa yapan ve gerektiğinde yenisiyle değiştirebilen, yalnızca devrimci iktidarlar olabilir”
 derdi.

Ona göre, ancak devrim yaparak gelenler, eski hukuk düzenini ihtilâlle yıkanlar, anayasa yapabilmeyi hak eden kurucu iktidarlardı.


Yürürlükte bir anayasa varken yenisini yapmaya kalkmak, sıradan meclislerin harcı olamazdı.


Darbeyle gelenleri açık açık asli ve kurucu, halkın seçtiklerini ise o niteliklere kavuşamamış, rutini yürüten alelâde yapılar olarak görürdü. Çünkü onlar kurucu değil, kurulmuş iktidarlardı. Yetkilerinin çerçevesi devrim anayasası ile sabitlenmiş olup, ihtilâl hükümlerinin dışına çıkamazlardı.

Sadece o değil ki!

27 Mayıs darbesini ve onun dokuduğu toplumsal düzeni meşrulaştırmak isteyen tüm üniversite hocaları, aşağı yukarı bu kafada idiler.

İşte bugünün en tepelerde oturan hukukçuları bu bilgilerle donanarak yetişmiş, ülkenin bürokrasisi ve okumuş sınıfı bu akıllarla aydın olagelmiştir.

O yüzden, 12 Eylül anayasasının yüksek oranda kabul görmesinin de, örümceğin ağından bugün dahi hâlâ kurtulamayışımızın da derininde, toplumsal olarak kemikleşmiş böyle bir sürü tarihsel pranga yatar.

CHP ulusalcılarıyla MHP milliyetçileri bakımından, anayasanın değiştirilemeyen, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk üç maddesi, işte bu zihniyetin ürünüdür.

Esasen AKP’nin de bunlardan hiçbir farkı yoktur.

O anayasa meselesini, devletin katı merkeziyetçi otoritesini bu sefer de kendisinin kalıcı bir surette ele geçirmesi olarak görmektedir.

Domuzdan kıl kopardığı takdirde her türlü işbirliğine açık bir görüntü sergileyen BDP’nin ise, etnik çıkarlar uğruna yapamayacağı şey yok gibidir.

Netice olarak, bunların hepsi eninde sonunda “devlet”i düşünen, “devletin çıkarları”nı üstte tutan yaklaşımlardır.

Oysa anayasalar, bireyi, sicili bozuk bir tahakküm kaynağı olan devlete karşı korumak için vardırlar.


Davut
’un güç timsali bir zorba olan Golyat’a, Siegfried’in Ren havzasındaki ejderhalara,Köroğlu’nun Bolu Beyi’ne karşı direnişindeki erdem ne ise, ondaki de odur.

1215’te İngiliz sarayına kabul ettirilen Magna Carta’nın mürekkebinde, 1776’da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin parşömeninde, 1789’da Bastille’i basan baldırı çıplakların öfkesinde, altmış milyon cana mâlolan İkinci Dünya Savaşı’nın ardından nihayet akıllanan BM’nin 1948 itibariyle duvarlarında, ırkçılığa son veren 1964 Amerikan Haklar Yasası’nda ve AB’nin 1993 Kopenhag Kriterlerinde vücut bulan temel haklar ve özgürlüklerde hep bu ruh vardır.

O nedenledir ki, insanın hak ve hürriyetlerini dert edinmemiş, bu temeller üzerinde inşa olunmamış, kayıtsız koşulsuz bunlarla başlayıp bunlarla bitirilmemiş, hiçbir metne anayasa denemez.


Türkiye yeniden kurulacak
sa, o düzen, Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli gibilerin bize nasıl bir dünya lütfedecekleri değil, nasıl en karışamayacakları, gölge edemeyecekleri ve sadece hizmetler görmekten öte işlevler güdemeyecekleri bir yapıyla olmalıdır.

Bunun da, ancak insan hakları temelinde olursa, bir anlamı vardır. Gerisi boş lâftan ibarettir.

Devletin yeniden tanımlanmasında ölçüt bunlar değilse, bu toprakların kaderi değişmiş sayılamaz.

Kafese sokulacak olan, elleri ayakları zaptı rapta alınacak olan insan değil, devlettir.

Gerçek demokrasiye ve kalıcı barışa giden yol, sadece ve kesin olarak bu güzergâhtan geçer.

Yoksa, halkın değil de devletin zenginleşmesini marifet sayıp kafası sadece onu ihyaya çalışan, ama insana gelince onu yoksul düşürdüğü için sonuçta horlayan ve sadaka kültürüne mahkûm eden; buna karşılık halkın alın terinden devşirip hazineye transfer ettiği artı değeri kendi yandaş iş bitiricilerine peşkeş çekerek bulutlarda gezinmelerini de ihmal etmeyen politik aktörlere taptıkça, hiçbir haltın olacağı yoktur.

Bakın göreceksiniz, rafa kalkan sadece bu sivil anayasa olmayacaktır.

Eğer topluma koşum takımı niyetine reva görülen şark despotluğundan mülhem şu malûm Başkanlık modeli de olmayacaksa, o takdirde kısmi değişikliklere de ihtiyaç yok diyeceklerdir.


cinarnamik@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • MUSTAFA SATIS
    MUSTAFA SATIS
    20.09.2012 17:40

    M.L. Turk solu az bucuk samimi olsa/olsalar, yaşadıklarından yola çıkarak sayın Halıl Berktayın vardığı sonuçlara. (demokratlığın kıyısında köşesinden asla geçmediklerini ) varırlardı. BUNU YAPAN YOKTUR DİYEMEYİZ ELBETTE. Var. Ama niçin bu kadar az? Antıdemokratikliğin nedenini anlıyorum anlamasına çünkü eskıden de demokrat falan değillerdi. Amma neden hiç olmazsa biraz samimi olamıyorlar şimdilede, onu anlamak çok zor. en az benım açımdan çok zor doğrusu. Mustafa Satış STOCKHOL

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums