- 11.02.2013 00:00
Neden böyle konuşur bir elçi? Diplomasinin yol ve yordamlarını mı bilmez? Yoksa bilinçli bir plân dâhilinde mi sarfedilmiştir o sözler?
İkili ilişkilerin Irak, Suriye, İran ve İsrail konularındaki derin görüş ayrılıkları dururken, neden tercihini darbeci generallerin davalarını kaşımaktan yana kullanmıştır, pekiyi?
“Daha önce Türkiye için kırmızıçizgi olan Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması riski, bugün artık ironik bir şekilde İsrail ve Amerika’nın olmazsa olmazı.”Çünkü Irak bölünürse, Basra Körfezi, Şiî egemenliğinde yükselecek yeni bir devlet üzerinden, bütünüyle İran’ın kontrolüne geçebilecek.
Ayrıca Türkiye, İran’dan aktarma gelen Bin Ladin’in adamı Ghaiht’i, istiyor olmasına rağmenAmerika’ya vermiyor.
Suriye’ye saldırısı nedeniyle İsrail’i hedef alan sözlerden duyulan rahatsızlık da cabası.
Biter mi?
Özgür dünya ile otoriter dünya arasında Yalta’dan beri süregelen bu coğrafyanın stratejik dengesini Batı’nın aleyhine olarak nihayet artık deldirecekmiş gibi yalpalamaya başlayan Türkiye’nin,Şanghay İşbirliği Örgütü üzerinden gülücük dağıttığı Rusya’ya tarihsel özlemi olan “sıcak denizleri” kendi elleriyle teslim edecekmiş gibi durmasını da eklemek gerekiyor.
Oh-oo... daha neler var, neler!
O Patriotlar biraz da, Türkiye’nin Suriye sınırında “ne işler çevirdiğini” yakından görmek için değil mi?
Obama bile ikinci döneminde, ilkindeki gibi Türkiye’ye değil, ilk ziyaretini İsrail’e yapacak. Yeni Dışişleri Bakanı’nın dahi gelip gelmeyeceği henüz belli değil üstelik.
Hayırdır inşallah!
İşte koşullar böyle böyleyken, Ricciardone çıktı, “Neyle suçlandıklarını dahi bilmeden generallerin hepsi hapiste” deyiverdi gazetecilere.
Amerika bakımından ortada bir darbe teşebbüsünün, dolayısıyla da bir darbe suçunun olamayacağını ima eden gecikmiş bir tanıklık mıdır bu, artık onu siz bulun.
Ama belli ki, “Amerika’nın izni olmadan darbe mi olur” diyerek davaları çürütmeye çalışan ulusalcı cepheye yapılmış bir kıyak; ve onların anlayacağı dilde bir göz kırpmadır aynı zamanda.
Neden acaba?
Hem askerî vesayeti bütünüyle yok edecek demokratik reformları yapmayan, hem de Silivri’nin yargısal süreçlerini yüzüne gözüne bulaştırarak eski rejim güçlerinin yeniden toparlanmalarına önayak olan Erdoğan’ın en “yumuşak karnı” burası olmasın sakın?
“Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de kalkıp otoriterleşmek de neyin nesi? Ona gösterilen özen, ülkesini tüm İslâm dünyasına örnek olacak şekilde daha da demokratikleştirmesi için değil miydi?
Azıcık palazlandı ya, kendisini dev aynasında mı görmeye başladı, nedir? Putin nasıl yeni Çar’sa, bu da yeni Hakan’lığa özendi galiba?
Yahu sen demokrasi projesi için vardın. Eğer sapacağın yol dinsel bir Kemalizm olacaksa, ne lüzum var sana? Generallerin denetlediği laikçi bir Kemalizm daha iyi kontrol edilebiliyordu çünkü.
Eğer toplumsal iç dinamikler daha ötelerde bir demokrasiye hâlâ elverişli değilse, yol yakınken eski nizama dönülsün o vakit.”
Artık böyle düşünüyor olmalılar ki, sözkonusu beyanatın “Hillary Clinton’ın geçmişte söylediklerinin ve yeni bakan John Kerry’nin de gelecekte söyleyeceklerinin tekrarından ibaret” olduğunu ifade ederek, Büyükelçilerinin arkasında durdu, Beyazsaray da.
N’olacak şimdi
Erdoğan’sa babalana babalana Amerika’ya da Avrupa’ya da verip veriştirerek, son gaz sürdürüyor bildiğini okumayı.
Durumdan vazife çıkarmada üstüne yok bir ulusalcı olsam, şöyle düşünürüm:
CHP dâhil kimsenin beceremediği muhalefeti, galiba iş başa düştü diyerek Amerika kendisi üstlendi; bize de ne yapacağımızı işmar ediyor.
Başta darbeci generaller olmak üzere bütün “ancien regime” unsurlarına, “merak etmeyin, artık arkanızda ben de varım” diyor.
“Sen misin, tezkereyi geçirmediğin hâlde Kuzey Irak petrollerinden nemalanmaya kalkan; ve bir zamanlar Menderes’in de denediği gibi, Rusya’ya yanaşarak bana nispete yeltenen?” diye de burnundan soluyor.
Ne olmuştu 27 Mayıs öncesinde? “Kahrolası diktatörler”i tel’in etmek için tüm subaylar ve üniversiteliler, 555K parolasıyla yürüyüşe geçmemişler miydi Ankara’da?
İşte şimdi de “silah arkadaşları” emekli subaylar ve tutuklu yakınları, 333S, ki üçüncü ayın üçüncü günü saat üçte Silivri’de (esasında saat dörtte deniyor ama formüle uysun diye ben böyle uydurdum) parolasıyla aynı yolun yolcusu olmuş sayılmıyorlar mı?
Yani değil Ergin Saygun’u, artık Kenan Evren’le Tahsin Şahinkaya’yı da ziyaret etsen, yok faydası.
Benim gördüğüm bu!
cinarnamik@hotmail.com
Yorum Yap