Hoş beş

  • 24.12.2012 00:00

 Bu seferkinde öylesine tecrübeler edindim ki, bir sonraki yaşamımda hiç olmazsa neler yapmayacağımı çok iyi biliyorum.

Ordudan ayrıldıktan sonra, parasız pulsuz, hiç anlamadığım ticaret alanına atılmış; askerde hizada olmak ölçüyken, sivillikte maharetin hizayı bozmak olduğunu erkenden öğrenmiştim.

Şimdilerdeki tığ-teber kalışıma bakmayın; o sıralar basamakları üçer beşer çıkarak öyle ataklar yapmıştım ki, bunu duyan ve her tür zenginleşmenin asla beceriden değil de, sadece çalmaktan geçtiğinden başkaca muhayyileleri olmayan kimi devre arkadaşlarım, acaba nereden götürmüş olabileceğime bir hayli kafa yormuşlardı.

Turgut Özal’ın estirdiği rüzgârlarla kabıma sığmayarak, aslında epeyi boyumu aşan seviyelere heves etmiş; Almanlarla Neckermann, Macarlarla doğalgaz kazanı gibi işlere soyunmaya kalkışmıştım.

Akmerkezlerin, Metro Grosmarketlerin, Carrefoursaların filân henüz ortalıkta fink atmadığı zamanlardı.

Ayfer Atay’ın Beşiktaş Belediyesi, Beltaş adıyla kırk tane yönetim kurulu üyesinin kırk türlü fırıldak çevirerek burunlarını soktukları birkaç bakkal dükkânı çalıştırırlarken, Nispetiye’de inşa ettikleri yeni yere hem de ne masraflar yaparak Neckermann’ı getirecek oldumdu da, Etiler ahalisine üreticiden tüketiciye dökme domates- biber- patlıcan solculuğu yapacaklarına karar vererek kıvırtmışlar; etim ne budum ne, beni de sıkıntıya sokmuşlardı.

Birkaç lâhmacunun bile sağa sola motorlu kuryelerle taşındığı günümüz dünyasının, henüz zihinlerde tasavvur dahi edilemeyeceği o devirlerde, sadece devletin o Allah’ın cezası postanesine mahkûm olmak enayiliğini gözardı ederek, gene de yılmamış, bu sefer tüm ülke sathına “posta ile satış sistemi”ni yaymaya girişmiştim.

Oluk oluk kampanya harcamalarıma rağmen bir tane bile sipariş mektubu gelmeyince, meğer posta kutularına bakan memurun “bıktım ulan bu bitmez tükenmez yazışmalarınızdan!” diyerek, gelen tüm mektupları gizliden gizliye çuval çuval kazan dairesinde bir güzel yaktığı ortaya çıkmıştı ki, Şişli Postanesi Müdürü “Allah Allah, yahu biz de onu tedavi oldu diye biliyoruz, hâlâ iyileşmemiş mi ki?” diye şaşalayarak işin üstüne bir de tüy dikmeyi becerince, o lâhza fıttırıp dağa çıkmanın tam yeriydi ya, ne mümkün, İstanbul’da en yüksek yer ya Gültepe veya Kuştepe idi.

Yani ne badireler atlattık ki, üstelik şimdi gırgıra aldığım gibi hepsi zarar-ziyan örneklerinde de oluşmuyor.

O yıllarda Avrupa’ya, en ücra kasaba ve köylerine dalarak girdisini çıktısını gözlemlemek merakıyla, otomobille gitmeyi pek sever idim.

Meselâ katliama dönüşecek olan son Balkan Harbi’nin henüz başlamadığı o günlerde, eski Yugoslavya’nın en küçük yerleşim birimlerinden tutun da Belgrad’ına kadar köşe bucak gezindiğimdeki insan ilişkileri, “bunların birbirlerini yemeleri yakındır” diye düşünmeme yol açmıştı.

Cafesinde restoranında, çarşısında pazarında hâkim olan psikolojik atmosfer, belli belirsiz gergin, sevgisiz ve burunlardan solunan öfkeler yumağıydı.

Alttaki üsttekine, sağdaki soldakine, o dükkâncı bu dükkâncıya, müşteri garsona, garson şefine, polis amirine, hasta doktoruna, kadın kocasına, kardeş kardeşe, hâsılı herkes birbirine ifrit oluyor; biri ötekini bir kaşık suda boğacak, fırsatını bulsa canına okuyacak gibi duruyordu.

Nitekim daha sonra, o tarzda kavga etmek yerine, daima daha kolay bir yol olan tarihsel iz ve ek yerlerini ölçü alacak şekilde ırk ve din temelli cemaatler olarak ayrışarak dövüşecekler ve birbirlerinin gazını öylelikle telâfi edeceklerdir.

Ben bu iklimi hanidir bizim buralarda da gözlüyorum.

Geçen hafta, kendi cenaze töreninin nasıl olacağına ölmeden önce tanık olmuş bir Taraf yazarı olarak, İsa’ya da, Muhammet’le Musa’ya da yaranmanın pek öyle kolay olmadığı ortaya çıkınca, yazdıklarıma duyulan o anlamsız öfkeler yüzünden bunları anımsadım.

Oysa bu toplumun yaşı hâllice bir üyesi olarak bütün yaptığım, bildiklerimi gördüklerimi, doğru veya yanlış olduğuna kanaat getirdiklerimi söyleyerek, genç nesillerin geleceklerini bize nazaran daha güzel yaşayabilmelerine katkı sağlamaktır.

Bana göre hava hoş; sussam da olur.

Lâkin bu tür insanlar, düşüncenin herhangi bir ödemeye müstahak olamayacak kadar değersiz olduğu bir ülkede yaşadıklarını henüz kavrayamamış olmalılar ki, çıkıp “Taraf’ta yazmak için kaç para ödüyorsun” diyebiliyorlar.

Yahut da “onlardan hangisi yaşamında bedel ödemiştir ki” diye kaynar su etkisi yapan sorular sorabiliyorlar.

Beğenmeseniz de, bari saygı duyun be birader!

Neyse... Başbakan hafta sonları çam devirme makinesinin kontağını kapatınca, bana da böyle hatıraları yâd edip, abuk sabuk herifleri anmak kalıyor.


cinarnamik@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums