Mehmet Altan’ın eylülleri

  • 3.09.2012 00:00

 Toplumsal savruluşların ve değişimlerin gizlerini bir bir çözerek nasıl ki yıllarca önümüze serdi ise,“şişedeki şiir”i andıran nadide bir şarap gibi üslubuyla, mevsimsel dönüşümlerin ve hüznün simgesi olan “Eylül Yazıları”nı da bir o kadar gelenekselleştirdiydi, Mehmet Altan.

Sevgili Mehmet’in yaşama dair duyarlıklı o eylül yazıları nedense bana, gençliğimde izlediğim Frank Perry’nin Yüzücü (The Swimmer) filmini çağrıştırmıştır hep.

Yüzme havuzlu köşklerin sıralandığı bir sayfiye vadisinde, Burt Lancaster’in canlandırdığı Ned Merrill, tanışı olduğu bu insanların havuzlarına dalıp çıkarak kendi evine doğru bir yolculuk yapmaktadır.

Hayatındaki hiçbir şeyin düşündüğü gibi gitmediğini kendisine itiraf etmekten kaçınarak yaşayan ve yüzerek geçtiği havuzları uç uca tahayyül edince kendi evine kadar uzanan safirden bir ırmak oluşacağını düşleyen tıpkı o Ned gibi bizler de, hayatlarımızın senelik yekûnunu derinlemesine sorgulayan Mehmet Altan’ın eylüllerde kaleme aldığı bugüne kadarki yazılarını art arda dizecek olsak, âdetâ ömrümüzün kaçışı olmayan bir yüzleşmesiyle burun buruna gelecek gibiyizdir.

Ne ki medya, doğrulara sırt çeviren hükümetten ya korkup tırsarak, ya da yaranmak uğruna yalakalık yaparak kendi durgun suyunda debelenmeyi seçince, tatsız tuzsuz ve Mehmet Altansız girilen bu eylülle birlikte, iğne oyasıyla işlenmiş bir manifesto sayfamız da eksik kaldı, hâliyle.

Lâkin biz buna izin veremeyiz. “Gelgeç bir yalanın hüzünlü aldatmacası”na teslim olamayız.


“Eylülün ve sonbaharın öncü ışıkları, ağustosun erimiş altın kıvamındaki ışıkları arasına nasıl sızmaya başlarsa”
, geçmişteki o yazılardan pasajlar da bu sütuna başlamalı yansımaya, hiç değilse:


“Balkon kapısını açıyorum. Berrak ve serin bir ışıkla aydınlanmış rüzgâr doluyor içeriye. Bu ışıkları da tanırım, bu rüzgârı da. Sonbahar ışıkları bunlar. Keskin ve uzak... Sonbaharın şöyle bir değip geçen ilk rüzgârları.


Bir önceki tren gitmiş, bir sonraki de gelmeyecek bir istasyonun yolcusu gibiyim.


Uzaklaşıp keskinleşen ışıklarla, dokunarak okşayıveren rüzgârlar, sadece bir tek şey söylüyorlar: Yaz bitti...


...Eylül gelmişti.”


......


“Bir ömürde kaç eylül yazısı yazılır? Ne kadar yazılırsa yazılsın, her yazıldığında insanoğlu 
‘yaşamın alıştığı bir şey’ olmadığına kanaat getirecek demektir.


Evler, işler, yollar, sokaklar, insanlar...


Aslında sorgusuz sualsiz benimsesek de, şüphe dolu yaklaşımlarla incelesek de, yaşamın
‘yabancı’ aktörleriyiz. Hepimiz perdenin bir gün ineceğini nasıl da biliyoruz. Ama, yaşamın ve toplum tarafından şekillendirilen kuralların ne kadar da ‘aşinası’ duruyoruz.


Gene eylül... Kırılmaya başlayan yıkanmış yaz ışıkları, serinliğe hazırlanan sabahlar...
‘Alıştığımız bir şey’ olmayacak bu yaşam... Ne kadar ‘alışmış’ gibi yapsak da...”


......


“Eylüle birkaç gün kala leyleklerin yine uçup gitmesinin peşine düşmüşüm. Marmara Denizi’nin bulutları arasından, hep birlikte açılıp kapanan beyaz ve ışıklı kanatlarıyla, sihirli bir rüzgârla büklüm büklüm dalgalanan ipek bir şal gibi kayarak akıyorlardı.


Gidiyorlardı.


Bir veda partisinin sonuna ancak yetişmiş gibi, o göçmen kuşlara kayboluncaya kadar baktım. Ufukta sadece solgun bulutlar kaldı.


Önce göç eden hangisi?


Güneşin keskin ışıkları mı?


Yaz sabahlarının ılıklığı mı?


Kuşlar mı?”


......

Birkaç boş portakal sandığının rastgele atıldığı soluk mavi renkli izbe kapının yanındaki bodur yeşil ağaçta kendilerini gizlemeye çabalayan pembemsi minik nar kalabalığı, bu seneki eylülün ve sonbaharın habercisi gibiydi.


Berrak ve serin bir ışık...


Sabırsızca erken inmeye başlayan akşamlara yayılan bir kızıllık...


Yaprakların altına saklanan narlar...”


......


“Çocukluğun, ilk gençliğin, orta yaşlılığın ve ihtiyarlığın eylülleri benzer mi birbirlerine?


Ayrılık mıdır sonbahar, yoksa sihirli bir sarmaşık gibi coşuveren bir aşk mı?


Alev rengi hüznüyle sonbahar, gene gelip tahtına yerleşecek.


Palamutlar ve lüferler, gene eylül masalarındaki yerlerini alacak.


Eylül, yıldan yıla değişen yüz hatları gibi, kendi çizgilerini yaşam serüvenlerimizin haritasına işleyecek...”


......


“İnsan yaşlandıkça, rastlaştığı eylüllerde kendini, renkleri ve ışıkları değişmeyen bir tiyatro dekorunun çaresiz aktörü gibi hissediyor.


Eylüllerle ilgili kendi içimdeki gizli çekmeceleri açıp kapatırken, kendi geçmiş ayinlerimdeki 
‘kutsal metinleri’ merak ettim.


Güller ve hanımelleri ile donanmış bahçelerin gölgeleneceğini... açık mutfak pencerelerinden ortalığa yayılan kızartma kokularının kaybolacağını... günün kararmaya başlamasına rağmen eve girmemekte direnen inatçı çocuk seslerinin giderek silineceğini...


Hepsini unutmuş, apansız yakalanmış gibiyim.


Eylül gelmişti.

......”

Ne çabuk geçti de, yaklaştık öteki kıyıya bu kadar?

Bari hanidir eşiklerinden geçmediğim Koço’da ya da “insana her defasında Tanrısal bir güçle yaşam enerjisi veren Boğaz’da”, meselâ İsmet Baba’da, yeni tutulup da takoz takoz dilimlenerek nar gibi kızartılmış taptaze palamudun ve yanında da bir baş kırmızı soğanın eşliğinde, turkuaz sulara karşı ruhlarımızı ve muhayyilelerimizi birer kadeh rakıyla parlatarak, biz de bir an önce karşılasak mı acaba şu eylülü Mehmet’çiğim, ne dersin?


cinarnamik@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums