- 7.12.2013 00:00
- Oynat bakayım... Yürüt, yürüt, devam, devam dur! Çok gittin gel geri, biraz daha hah tamam. Şimdi pozisyona bakın, Şimdi sarılı futbolcunun ayağı nerede? Topa mı vuruyor yoksa siyahlı oyuncunun ayağına mı?
Tıpkı o eski hakemlerin, emirlerine sunulmuş, kesilip biçilerek paket haline getirilmiş o görüntülerle maç kritiği, hakem eleştirisi yaptıkları gibi; bu trend avcısı yeni türedi tarihçi(!)ler de zihinlerine tutuşturulmuş kavramlar,önlerine sunulmuş, "önemli satırların" altları fosforlu kalemlerle hazır çizilmiş belgeler(!)le tarihimize ışık(!) tutuyorlar.
Aşağıdaki alıntı "Aidiyetler üzerinden kendini pazarlama" adlı yazımdan, giriş bölümü... Devamı, bu konunun genelinden daha çok yazıldığı tarih itibarı belli bir kişiye yönelik olarak ilerliyor. Yani o güne özgü ve sözünü ettiğim bu "pazarlama" faaliyetinin geçici de olsa "başarıya" ulaştığı bir durumu anlatıyor. Bu yazımda bu faaliyeti genel olarak ele almanın yanında daha değişik bir durumu, "ayağa düştüğü" halleri de ele almaya çalışacağım.
Önce ki yazım şöyle başlıyordu.
"Çok genel geçer yöntemdir. Hele öncelikli amacın kendini pazarlamaksa... Ucuzundan, hemen kısa yoldan "doğru söylüyor" , "helal olsun" gibi övgülere ulaşmak istiyorsan en kestirme yoldur.
Örneğin spor yazarısın, önce tuttuğun kulübü açıklarsın. Diyelim ki Galatasaraylı olduğunu söylersin. İlla da o takımı tutman gerekmez. Örnek üzerinden gidersek, Galatasaraylı da olmayabilirsin üstelik. Ama öyle olduğunu söylersin ya da öyle görünürsün. Arkasından ver yansın Galatasaray'a... Oynadığı oyunun beş para etmez olduğundan başlar, zaten oyuncuların ruhsuz olduğuna varır, oradan yöneticilerinin beceriksizliği ile tamamlarsın. Hesapta Galatasaraylısın ya, söylediklerinin iler, tutar yanı olmasa da Galatasaray'a yüklendiğin için kısa yoldan "ne kadar doğrucu" nitelemesini kazanırsın. Aklıma ilk gelen örnek Hıncal Uluç'tur. Galatasaraylı kimliğiyle bütün gücüyle Galatasaray'dan "Hınç al"ır. Hesapta nesnel bir yazardır. Öyle ya "adam Galatasaraylı ama bak ne biçim eleştiriyor" oluverir.
Örneği spordan verince aklıma önce -nedense- Galatasaray geldi. Aynı şeyler başka kulüpler için de geçerli aslında. Örneğin Fenerbahçe içinde aynı durum geçerli…
Bu davranışın bence en uygun tanımı aidiyetin üzerinden kendini pazarlamaktır. Şu sıralar en sık örneği de sola karşı olmakta. Bildiğiniz gibi günümüzün trendi solu dövmek... Büyük, çılgın bir yarış halinde herkes sola yüklenmekte... Doğal olarak bu yarışa soldan katılmanın büyük avantajı var. Rakiplerine göre birkaç adım öne geçiverirsin. "Bak bak kendileri bile..." başlığı altında yazılarınız alıntılanır, nesnel, "özeleştiri mekanizmasını işleten" solcular(!) olarak sahiplenilirsiniz. Hatta söyledikleriniz sola kayda değer zararlar veriyorsa bir anda popüler olabilirsiniz. Artık sizinle röportajlar mı yapılır, televizyon yayınlarına mı çıkarsınız, köşeler mi edinirsiniz, önünüz açılmıştır bir kere."
Yazım bu minvalde gidiyor. Yukarıdaki linkten devamını okuyabilirsiniz. Tabii hikaye herzaman mutlu devam etmeyebilir. Üstelik öyle pek fazla yetenekli de değilseniz, örneğin araştırma yeteneğinizin sınırı ‘trend olanı bulmak’tan öteye gitmiyorsa, yazdıklarınız girmeye can attığınız "o camia" için bir başvuru CV sinden öteye bir değer kazanmaz.
Yani önünüz öyle pek açılmayabilir. Çoğu kez de bir zamanlar ait olduğunuz hareketin geçmişine, bu arada kendi geçmişinize de küfür ettiğinizle kalırsınız. Yukarıda ki yazımda anlattığım başarı hikayesi bu durumda acıklı bir ayağa düşme hikayesine dönüşür.
Devşirildiğinizle kalır, papaz bile olamazsınız.
En fazla olabileceğiniz zangoçluktur.
O yüzden bize düşen de papaza kızıp zangoçu dövmemektir.
http://nadioztufekciyazilari.blogspot.com/2013/11/oynat-bakaym-ya-da-aidiyetler-uzerinden.html
Yorum Yap